Üç konu, üç gazete yazısı… Hz. Süleyman, Hüthüt, Karga ve günümüz ortamı; Güvenli ve Düzenli Muhaceret için Global girişim; II. Abdülhamid, İttihad Terakki, Erken Cumhuriyet ve günümüz
“(…) Bir kere daha Hz. Mevlana’ya müracaat edelim. Onun Mesnevi’deki kıssalarından biri, yeryüzünde kol gezen fitne ve terör ortamına ışık tutuyor. (…)
Hz. Süleyman bir gün büyük çadırını kurunca kuşlar gelip hünerlerini birer birer sayıp dökmeye başladılar. Her biri hünerini anlatıyor, sonra diğeri geliyordu. (…) Hüthüt:“Ey ulu padişah, dedi, ben size küçük bir hünerimden bahsedeceğim. (…) “Yükseklerde uçarken baktığımda yerin derinliklerindeki suyu görürüm, o suyun ne kadar derinlikte olduğunu, renginin nasıl olduğunu, topraktan mı, yoksa taştan mı kaynadığını görür, bilirim. Ey ulu padişah sefere girersen beni yanına al. Sana konaklayacağın yer konusunda faydalı olurum” dedi. Hz. Süleyman da:
“Ey güzel arkadaş, susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde bize arkadaş ol, böylece bize faydalı olursun” dedi.
Bunu duyan karga araya girdi:
“Bu zavallı yalan söyleyip yüzünü kara etmektedir, dedi, çünkü eğer böyle bir hüneri olmuş olsa önce yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmaz ve kafeslerde mahkûm olmazdı.”
Bunun üzerine Hz. Süleyman:
“Ey Hüthüt yaptığını beğendin mi, bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?” diye Hüthütü azarladı.
Hüthüt:
“Ey yüce padişah, benim hakkımda karganın söylediklerine inanma. (…) Benim tuzağı görmeyişimin sebebi kaza ve kaderin gözümü kapatması, aklımı bağlamasıdır. (…)
Bu meselde geçen Hz. Süleyman, Hüthüt ve Karga yerli yerine konarak okunduğunda, günümüz ortamını açıklayabilecek çeşitli ipuçları elde edebiliriz. (…) Ama Karga kim? Süleyman’a bir türlü, Hüthüt’e başka türlü görünen bir Karganın kim olduğunu bir bakışta teşhis etmek kolay mı? Karga da şeklen güzel bir kuş; onu şeklinden teşhis etmek kolay olmayabilir; ama pislikte eşinirken görüldüğünde kolayca teşhis edilebilir.“ (Rasim Özdenören)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/muzevire-inananin-vay-haline-2044708
“Geçen hafta New York’ta Birleşmiş Miletler Merkezi’nde “Güvenli ve Düzenli Bir Muhaceret İçin Global Girişim” toplantısına gözlemci olarak katıldım. İki gün süren toplantıda konuşan ülkeleri ikiye ayırmak mümkündü. (…)
Daha kapsayıcı bir tarifle; siyasi ve ekonomik açıdan muhkem bir yapısı olmayan devletlerle dini ve fikri açıdan huzurlu ve güvenli bir şekilde yaşanamayacak ülkeler kendisinden kaçış yapılanları temsil ederken bu özellikleri daha iyi durumda olanlar ise göçün yöneldiği ülkeleri temsil etmekte. (…) Su, mecrasına doğru akar. Kendisi de doğup büyüdüğü toprakları din ve fikir özgürlüğü kalmadığı için terk etmek zorunda kalmış bir peygamberin ümmeti olarak bizler göçmenlik, muhacirlik nedir iyi biliriz. (…)
Tabii ki göçmenlik durumu dünya şartlarında arızi bir durum. Yani şartlara ve zamana bağlı olarak değişebilmekte. Mesela bir dönem göç veren ülkeler şartların değişmesi ile göç alan ülkeler konumuna gelebilmekteler. (…)
Mamafih dünya genelinde son 50 yıldır bir şekilde göç veren ülkelerin üst sıralarında hep Müslüman ülkelerin bulunması bir hayli düşündürücü. (…) Lakin göç kabul eden ülkeler gizli veyahut aşikar bazı ilginç kriterlerle hareket ediyorlar ki bu yönleri çok fazla medyaya yansımıyor. Biraz ırkçılık, biraz Darwinizm kokuyor. (…) Hitler’in genetik olarak üstün ırk yaratmadaki doktoru Mengele hala hayatta galiba.. Mazlumun, mağdurun, çaresizin, yaşlının duasını almak diye bir kriterleri yok çünkü. Belki böyle düşünerek tenkit edenler olabilir ama Türkiye’nin en çok bu insani ve manevi kriteri yerine getiren ülke olduğunu söyleyebilirim. (…) Düzgün politikalarla yaygın dağılım sağlanması yerine belirli yerlerde yoğunlaşmanın olması orada gettolaşmayı doğurmaktadır. Gettolardakiler ise var olana katkıda bulunmak yerine oradakileri de kendilerine benzetmeye başlarlar ki bu durum sıkıntı doğurur. (…) Bugün dünyaya hakim olan ülkeler aslında aldıkları göçlerle bir sentez yakalamış çok uluslu ülkelerdir. Burada farklılıkları görerek büyüyen çocuklar daha anlayışlı ve daha vizyon sahibi olabilmektedirler. (…) Mesela Batı’ya göç etmiş Arap şair ve edebiyatçıların oluşturduğu ‘Mehcer edebiyatı’ mühim bir edebiyat akımıdır. Mamafih gittikleri yerlerdeki bir takım dar kafalılar bazıları üzerinde bir takım dışlanma ve ayrımcılık da yapmadılar değil. Satırlarında, dizelerinde bu kötü muamelelerden de bahsederler. (…)
Bendeniz evlâd-ı fâtihân iki dedenin Rumelinin iki şehri, Priştine ve Kırcaali’den zulme maruz kalarak İstanbul’a hicretlerinin müteakip bir mahsulüyüm. Yani Anadolu insanının “Muhacir”i kısaltarak söylediği gibi ‘Mâcır’ çocuğuyum. Çocukluk yıllarımızda, Yahya Kemal ve Kemal Karpat’ın naklettikleri gibisinden bazı istihzalar ile karşılanmadık değil. Ben bunu imparatorluk ruhundan uzaklaşarak ulus devlete indirgenmiş zihinlerin marazi bir durumu olarak görüyorum. Zira Osmanlı döneminde böyle tavırla karşılaşılmazdı. (…)
Dostlar, işin aslına bakılırsa herkes göçmen. Endülüslü Muhyiddin İbn Arabi ile Afganistanlı olan Mevlana Anadolu’ya hicret etmediler mi? (…) Zaten tasavvufi açıdan herkes bu dünyada gurbette değil mi? (…)
Sonuçta hepimiz ‘Mâcır’ız işte.“ (Mahmud Erol Kılıç)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/sonucta-hepimiz-mcir-degil-miyiz-2044705
“Sultan II. Abdülhamid vefatının yüzüncü yıldönümü ve sonrasında değişik etkinliklerle anıldı. (…)
Bu faaliyetlerde son yıllarda II. Abdülhamid etrafında yoğunlaşan tartışmanın iki temel unsuru ön plana çıkmaktadır.
Bunlardan birincisi, otuz iki yılı aşkın saltanatında geliştirdiği modernleşme projesi, tesis ettiği dış politika doktrinleri, şekillendirdiği yeni resmî ideoloji ve kurduğu siyasî rejim ile Osmanlı devlet ve toplumunun büyük dönüşümler yaşanmasına neden olan sultanın nasıl tarihselleştirileceğidir. Bununla doğrudan bağlantılı ikinci husus ise II. Abdülhamid’in günümüze yönelik bir “rol modeli” haline getirilmesinin ne derece anlamlı olduğudur.
(…) İktidarı süresince Jön Türkler ve diğer karşıtları tarafından oluşturulan imaj Avrupa’da etkili olmasına karşılık Osmanlı toplumunda ciddî kabûl görmemiştir.
Buna karşılık, 1909’da hal’olunmasını takiben İttihad ve Terakki, 1922 sonrasında ise Erken Cumhuriyet siyaset yapıcıları II. Abdülhamid’i imparatorluğun dağılmasının temel sorumlusu haline getiren ve siyasetlerini onun psikolojisi üzerinden açıklamaya çalışan son derece olumsuz “imaj”ı ders kitaplarından medya değerlendirmelerine ulaşan araçlar kullanarak topluma sunmuştur. (…)
II. Abdülhamid’i tüm olumsuzlukların kaynağı bir yarı meczup ve “gericilik sembolü” olarak resmeden bu “imaj” çok partili rejime geçiş sonrasında tartışmaya açılmış ve sorgulanmaya başlanmıştır. (…)
Kemal Karpat, Engin Akarlı, İlber Ortaylı, Selim Deringil gibi yerli, Stanford Shaw, François Georgeon, Feroze Yasamee benzeri yabancı tarihçiler kapsamlı ve birincil kaynaklara dayalı çalışmalarla II.
Abdülhamid iktidarının dış siyasetinden iktisat ve kültür politikalarına ulaşan alanlarda objektif değerlendirmelerini yapmışlardır. (…) Söz konusu çalışmalar bunların yanı sıra iktidarındaki gelişmeleri sultanın psikolojisi üzerinden açıklamanın anlamlı neticeler vermeyeceğini, onun siyasetlerinin kişisel eğilimler ve psikolojik sorunlar üzerinden değerlendirilmesi mümkün olmayan derinliğe sahip olduğunu da kanıtlamışlardır.
Dolayısıyla II. Abdülhamid’in tarihselleştirilmesi alanında ciddî yol alınmış durumdadır. (…) Buna karşılık, II. Abdülhamid için gerekli olan imaj düzeltimi diğer uca savrulma eğilimi göstermeye başlamıştır. Popüler tarihçilik ve televizyon dizileri ile desteklenen ve toplumsal revaca da mazhar olan bu yaklaşım, onu yaşadığı dönemin tarihî bağlamından çıkartarak günümüz siyaseti için “rol modeli” haline getirmektedir. (…)
Bu çabanın iki nedenden dolayı fazlasıyla sorunlu olduğunu vurgulamak gereklidir. İlk olarak II.
Abdülhamid değişik bir yapıyı farklı bir tarihî ve toplumsal gerçeklik içinde yönetmiştir. Üç kıtaya yayılmış çok uluslu imparatorluk sultanı ve halife olan II. Abdülhamid, Avrupa dengesinin işlediği Belle époque dünyasında siyaset üretmiştir. (…)
Bu yaklaşım fazlasıyla romantik, ancak gerçekçi değildir. İkinci ve daha önemli sorun, II.
Abdülhamid rejiminin güçlü otokratik karakterinin Türkiye’nin demokratik, çoğulcu bir topluma dönüşme hedefi ile çatışmasıdır. (…)
Dolayısıyla II. Abdülhamid’in günümüz siyasetçileri için “rol modeli” olarak sunulması, amaçlanmadan da olsa “hikmet-i hükûmet” temelli otokratik siyasete davetiye çıkarılması anlamına gelmektedir. Bu ise, son tahlilde, Kemalizm’in olumlu yönlerini ön plana çıkararak, onun yeniden inşa edilmesinin Türkiye’nin sorunlarını çözeceğini savunmaktan farklı değildir. (…)
Bu nedenle, II. Abdülhamid imajının düzeltilmesi, onun tarihselleştirilmesi ne denli anlamlıysa onun bir “rol modeli” haline getirilmesi aynı derecede sorunludur.“ (M. Şükrü Hanioğlu)
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/03/04/tarihsellestirme-ve-rol-modelligi-ii-abdulhamid
No Comments