“Hakk’ın tecellî etmediği bir ân yoktur.”
Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’de Âdem Fassı’ndan (s. 132-133) bazı alıntılar oluşturacak bu yazıyı.
“Hakk’ın varlığının ne evveli, ne de âhiri vardır, kadîmdir (öncesiz ve sonsuz). Dolayısıyla onun sıfatları ve isimleri de kadîmdir; sıfatları ve isimlerinin hükümleri ve eserlerinin zuhûru aslâ tatil kabul etmez. Şu hâlde Hakk’ın tecellî etmediği bir ân yoktur. Nitekim âyet-i kerîmede ‘O her ân bir bir işdedir.’ (Rahmân, 55/29) buyrulur.
Hak Teâlâ ezelen ve ebeden Hâlık’tır (Yaratıcı), Rezzâk’tır (Rızık verici), Gaffâr’dır (Çok bağışlayıcı), Mümît’tir (Öldüren), Muhyî’dir (Dirilten) vs… Dolayısıyla varlık kadîm olduğu gibi, hudûs (sonradan olma) keyfiyeti (niteliği) de kadîmdir. Ancak sonradan olan’ın ferdlerinin evveli ve âhiri vardır. Ve sonradan olma’nın niteliğinin evveli ve âhiri yoktur. Yani Hakk’ın halk etmediği (yaratmadığı) bir ân yoktur.
O halde sonsuz fezâ (uzay) Hakk’ın varlığının hakikatidir. Ve onda bir taraftan tekevvün (olma/oluşma) ve bir taraftan tefessüd (yok olma /bozulma) eden kâinat ve zâilât (yok olup gidenler) hâlıkıyyet sıfatının mazharıdır. Ve o sonsuz âlemlerin üzerinde ezelen olan/oluşan insanların ferdleri hâdistir. Dolayısıyla insan hem ezelî ve hem de hâdistir. Ve beşer ferdleri ve onların üzerinde yaşadığı âlemler ecele tâbi olduğu halde onun bu sonsuz âlemler üzerinde sonu olmayarak zuhûru onun ebedî, dâim, hâdis olduğunu gösterir. Ve ‘neş’e’ ‘hâdis olmak’ manâsındadır. Bu cümlenin açık olarak manâsı: o halde ‘o, ezelî hâdis ve ebedî dâim hâdis olan insandır’ demek olur. Şu halde insan, kadîm olan Hakk’ın varlığında ezelden ebede kadar mevcuddur.
Yukarıdaki şerh şârihlerden büyüklerin verdikleri manâya göredir. Ve bu büyük zâtlar, insanın sonradan olması ancak yer küreye İnhisar ettiği (tekel olduğu) ve şehâdet âlemi ancak bizim âlemimiz olduğu düşüncesiyle bu yola şerh etmişler; ve kâmil insan, sûretiyle hâdis ve rûhî hakikatiyle ezelîdir demişlerdir. Bu beyân da doğrudur; fakat insânî ferdlere göre doğrudur. Zirâ henüz sûret âleminde görünmeyen her bir ferdin bir rûhî hakikati vardır. Fakat ‘insan’ mefhumunun sûret âleminde ezelden beri var olmadığı düşüncesi darlıktır. Zirâ sûret âlemi ilâhî fiillerin meclâsıdır (tecellî yeri). Ve ilâhî fiillerin ezelen ve ebeden tatili geçerli değildir.
Dolayısıyla bizim âlemimiz yok iken sonsuz uzayda başka âlemlerde insan sûretleri var idi. Bunun delîli, girişte izah olunduğu üzere Şûrâ, 42/29 âyet-i kerîmesidir. Hak Teâlâ yerde ve göklerde ‘dâbbe’ cinsinden olan mahlûkatı yaydığını beyân buyuruyor. Ve ‘dâbbe’ insanın sûretini de kapsar. Nitekim Enfâl sûresinde (8/22) buyrulur: ‘Kör, sağır ve akılsız olan dâbbelerin şerlisi’ insan olduğu meydandadır. Ve kezâ diğer bir âyet-i kerîmede de (Enfâl, 8/55) ‘küfr eden ve iman etmeyen devâbb’ ise ancak insandır. Esâsen Şeyh-i Ekber hazretleri Fütûhât‘ın 367. bâbında yaratılış niteliğinin ezelî ve ebedî olduğunu beyan buyururlar. (…)”
No Comments