“Hallâc: Tasavvufî Aşk Şehidi”
Annemarie Schimmel’in “Mystical Dimensions of İslam” 1975, The University of North Caroline Press Önsöz 2011, Chapel Hill, North Carolina, 27514 USA ile yapılan anlaşma sonucu yayımlanmış olan İslamın Mistik Boyutları 2017, ALFA Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne ait kitabın HALLLÂC : TASAVVUFÎ AŞK ŞEHİDİ başlıklı bölümünden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
” Katletmek üzere onu alıp götürdüler, çevresinde yüzbin kişi toplandı. Gözünü hepsinin üzerinde dolaştırarak, “Hak! Hak! Ene’l-Hak!” diyordu. Derler ki, bu sırada dervişin birisi ona, “Aşk nedir?” diye sordu. “Aşk’ın ne olduğunu bugün, yarın ve öbür gün göreceksin” dedi. O gün katlettiler, ertesi gün ateşe atıp yaktılar. Üçüncü günse külünü rüzgâra verdiler…
Attâr tarafından anlatılan bu hikâye, Hallâc’ın hayatını, aşkını ve ölümünü özlü bir biçimde aktarıyor. İyi bir psikoloğun sezgisine sahip olan Attâr, bu sözlerle, tasavvufun gelişimini büyük çapta etkilemiş ve adı zamanla acı veren aşkın ve tevhidî deneyimin sırrını, aynı zamanda da âşığın en büyük günahının, yani aşkın sırrını açıklamanın simgesi durumuna gelmiş bi adamın trajedisini yoğun bir biçimde aktarmıştır. (…)
Louis Massignon’un bütün ömrünü alan yapıtı sayesinde, Hallâc’ın içinde bulunduğu ortam ve etkiler araştırılmış, böylece hayatı ve öğretileri Batı’da daha iyi tanınmış ve anlaşılmıştır. Massignon, Kitabu’t-Tavâsîn’in uyaklı ve anlaşılması güç metnini yayımlamışve Halâc’ın dağınık haldeki şiirlerini bir araya toplamıştır. Olağanüstü yoğunluktaki bu şiirler, Allah’ın aşkınlığını ve O’nun insan kalbine içkin oluşunu dile getirir. Mahabbet (Aşk) ezelden gelip, ebede gitmiştir. Onsekizbin âlem içinde, O’ndan aşk şarabını içip de, en sonunda Hakk’a ermemiş ve “O onları sever, onlar da O’nu” ibaresi kendisinden yadigâr olarak kalmamış olan hiçbir kimse mevcut değildir.” (T 1:67 118). Kur’ân’daki bu bölüm, gelecek kuşakların sûfilerine, Yaratan ile yaratılan arasındaki karşılıklı aşk kanıtı olmuştur.
Dikkatin Allah’tan başka yönelebileceği bir şey kalmamıştır artık; beden gözü bir kez kapanırsa, gönül gözü O’ndan başkasını göremez. O, âşık ruha yeter. “İlâhî! Kısmetim olmak üzere dünyadan bana her neyi tahsis etmiş isen onları düşmanlarına, âhiretten her neyi tahsis etmiş isen onu da dostlarına ver. Zira bize sen kâfisin!” Râbia’nın duası, çeşitlenerek, her çağda sûfiler tarafından tekrar edilmiştir; bunların arasında insanı en çok şaşırtanı, tasavvuf tarihinde şathiyeleriyle ünlü Bağdatlı mutasavvıf Şiblî’ninkidir (ölm.945): “Dünyayı da âhireti de emrime âmâde kıl, ta ki dünyayı bir lokma yapıp bir köpeğin ağzına atayım, âhireti de bir lokma haline getirip bir Yahudi’nin ağzına koyayım. Zira her ikisi de maksut için engeldir! (T 2:165 ‘630’). Râbia için önemli olan tek şey, recâ (Allah’ın lütuflarına dair umut) ve başka herhangi bir sözden daha tatlı olan O’nun memduh (övülesi) sözüydü. İlk dönem züht hayatının temel direklerinden biri olan gece namazı (teheccüd), onun dilinde, âşık ile mâşuk arasında tatlı ve sevimli bir sohbet havasına bürünür. (…)”
No Comments