“Henry Corbin’in İslâm Felsefesi Tarihi’nin -Başından İbn Rüşd’ün ölümüne(1198) kadar- Seyyid Huseyn Nasr ve Osman Yahya’nın işbirliği ile Çeviren ve Notlandıran Prof Dr.Hüseyin Hatemî (İletişim Yay. 1.Baskı 1986, 2. Baskı 1994) El-Hallâc (s.345) bölümünden alıntılar
” Hallâc şüphesiz tasavvufun en seçkin temsilcilerinden biridir. Adı ve ünü Müslüman maneviyyat ehli seçkin topluluğunun sınırlarını aşmış, tutuklanışı ve Bağdat’taki yargılanışıbüyük yankılar uyandırmış, mistik İslâm anlayışının şehidi olarak katledilmesi de bu ünü sürdürmüştür. (…) Hallâc’ı (doktora tezi olarak) çalışan, buna dayalı olarak yayınlayan ve yorumlayan Massignon’nun çalışmaları dolayısıyla ünü Batı’da da yayılmıştır.
Biz Massignon’un çalışmalarına atıf yapmakla ve başlıbaşına ders verici nitelik taşıyan hayat hikayesinin ana hatlarını çizmekle yetineceğiz.
Ebû Abdillah el-Huseyn İbn Mansur el-Hallâc da bir Zerdüşti’nin torunu olarak, İran’ın güneybatısındaki Fars eyaletinde, Tûr’da doğmuştur. Tûr Beyza kenti yakınlarındadır (Doğ. 244/857). Henüz çok genç iken, ünlü mutasavvıf Sehl-üt-Tusterî’den ders görmüş ve onunla birlikte onun sürüldüğü Basra’ya gitmiştir. 262/876’da Bağdat’a giden Hallâc orada Amr İbn Osmân el-Mekkî’nin öğencisi olmuştur ki bu zat da o dönemin en büyük manevî üstadlarından, şeyhlerindendir. (…) 264/877 yılında Hallac Cüneyd’i tanımış ve onun yönetiminde manevi hayatın resm ve âdabını icraya koyulmuştur. Cüneyd kendi eli ile ona hırka (tasavvuf giysisi) giydirecektir. Fakat 282/896’da ilk haccından dönüşünden sonra Hallâc, Cüneyd ve Bağdat şeyhlerinin çoğu ile ilişkilerini kesmiştir. Sonra Tûster’e (İran’ın güneybatısı) giderek dört yıl boyunca orada kalmıştır. Bu dönemde hadis ehli ve fakîhlerle ilişkisi gitgide bozulmuş, uyuşmazlık artmıştır.
(…) Hallâc İran eyaletlerini dolaştı, (…) bu arada yerleşmiş usul ve âdaba aldırış etmeksizin manevi hayatın resm ve âdabını icra ediyor, halkı da durmaksızın derûnî hayata çağırıyordu. Beşinci yıldan sonra 291/905’te Hallâc ikinci haccını ifa ederek daha uzak yörelere gitti; Hind’e, Turkistan’a, hatta Çin sınırlarına kadar. Buralarda gönülleri fethetti, bir veli olarak görülüyor ve birçok kimse onun cazibesine kapılarak İslam’a giriyordu.
294/908 yılında Hallâc üçüncü kez hacca gitti. Orada iki yıl kaldıktan sonra artık Bağdat’a yerleşmek ve halkı irşad etmek üzere o şehre döndü. Konuşmalarında büyük manevî ve metafizik boyutları olan konular seçiyordu. (…) Nihai gayenin yalnızca sûfîler için değil, her insan için Allah’a vasıl olma demek olduğunu, bu ulaşma ve erişmenin aşk ile gerçekleşeceğini, aşkın da tahavvül, değişim yaratan bir ilahî tasarruf gerektirdiğini, böylece bir varlığın erişebileceği en yüce hale varabileceğini söylüyordu. Bu yüksek seviyeli düşünceler, Hallâc çevresinde çeşitli karşı koyma ve dusmanlık akımlarına yol açmakta gecikmedi. (…)
Şeriat ehli, onun bu ulaşma ve erişme görüşünün fena fillah, lahut ve nasutu karıştırdığını, bir tür tüm-tanrıcılık (panteizm) ile sonuçlandığını söyleyerek itiraz ediyorlar, onu kınıyorlardı. (…) Mutasavvıflara gelince, ona karşı çekingen ve uzak bir tutum takınıyorlar, çünkü Hallâc’ın ilahı esrârı, bunu ne kabule, ne anlamaya ve kavramaya hazır bulunan avama alenen açık tedbirsizlik gösterdiğini düşünüyorlardı. Şiilerin ve genellikle bâtın ehlinin onun hakkında hükmü de böyledir. (…) Abbasi zabıtası onu iki kez tutukladı ve sonunda 301/915’te hapsedilerek Vezir İbn İsa huzuruna çıkarıldı. Dindar ve Hur düşünceli bir kimse olan vezir onun idamına karşı çıktı. Bu da ancak Hallâc’ın idamını geciktirebilecek, önleyemeyecekti. Sekiz yıl yedi ay boyunca Hallac hapiste kaldı. Hallâc’ın ve müridlerinin ateşli bir düşmanı olan yeni bir vezir, Hamıd iktidara gelince, olaylar hızlandı. Hallâc’ın düşmanları Kadı Ebu Ömer İbn Yusuf’tan yeni bir fetva istediler ve ondan uygun fetvayı aldılar. Bu kez karar icra ve Hallâc 24 Zilkade 309/27 Mart 922’de idam edildi.”
No Comments