Henry Sen Neden Buradasın -1 (Şûle Yayınları 2004, 4.Baskı)
İSMET ÖZEL’in bu kitabından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Bir itirafa tanıklık etmek hoşunuza gidecekse, itiraf ediyorum: Ömrüm boyunca ‘eli sıkı’ bir insan olarak yaşadım.”
“Bu kitabı hakkımda düşünülen her şeyi cerh etme kararlılığı içinde yazıyorum.”
“Yaşadığım ülkede herkes birbirine yan gözle bakıyor. Ben ise onların hepsine cepheden bakıyorum. Cepheden, siperden… Hangi cepheden, hangi siperden? Bunu bilmeyi göze alabilecek insanla karşılaşmadım.”
“Farka nail olmamız için kimin neyi, nasıl gördüğünü zihnimiz açık seçik kavramalıdır. İnsanlar arası dürüst ilişkiler bu zihin açıklığı sayesinde kurulur.”
“Hangi çeşidiyle olursa olsun ikbal peşinde zahmete girenleri, gözlerine yüksek saydıkları bir mevki kestirip onun uğruna çırpınanları hep küçümsedim.”
“Süreç içinde ruhumu yükselttiğimin, sefaletten kurtardığımın itminanına erdim. Çocukluğumu geride bırakırken ilk başardığım iş bu itminan olmaksızın huzura kavuşamayacağımı anlamak olmuştu. Bu ilk başarımı takip eden yıllarda yaşamanın neye değdiğini öğrenme yolundaki yürüyüşüme hiç ara vermeden, hiç dinlenmeden ve bir ressamın her fırça vuruşuyla hayatını tehlikeye atmasının ne anlama geldiğini fark etmeye yarayan bir ömür geçirmek suretiyle ruhumu sefalet batağının balçığında seyretme belasından kurtarabildim.”
“Dünyada sanatla / sanatlı eğleşmek bana şunu öğretti: Titizlik ahlâkın ta kendisidir. Kim ki titizliği benimsemiştir; hangi işi yapıyor olursa olsun üstünkörü yaşamayacaktır. (…) Titizlik: Yılanın başı mutlaka, her şart ve ahvalde ezilmeli, yılan yaşama hakkını bizi sokmamış olmasından almamalıdır. Titizlik: Belaya göstereceğimiz tepkiyi herkes o belaya duçar oldu diye değiştirmek veya yumuşatmak kendimizi kendi gözümüzde küçültmemiz demektir. Hava bozduğu için sattığımız malın fiyatını düşürmeme titizliğini göstereceğiz. Titizliğimiz ahlâkımızın nerede yuvalandığını belli eder. Titizliğime halel gelmesin diye büyük bir bedel ödemiş olduğumu söyleyecek biri çıkarsa, bilsin ki ben bundan şikayetçi değilim, hatta bu miktarı ödemeye gücümün yetmiş olmasından dolayı övünürüm de. Gerçekte bedel falan ödediğim de yok. Hepsi şu eskiden beri bildiğiniz “kaybeden kazanıyor” hikâyesidir. Başlangıcı gençlik yıllarıma uzanan çok hayatlılıktan kurtulma çabam bana ne kadar pahalıya patladı? Bunu kimse bilmiyor. Demiştim ya eli sıkılardan biriyim ben. Kıymet bilirliğimden kuşku duymadığım için kıymet verdiğim şeyi elden çıkarmak hiç işime gelmedi. (…) Gördüğüm kadarıyla insanlar rahatlarını, sürdürdükleri çok hayatlılıkta (çok katlı, çok odalı, çok köşeli) aramakta bir beis görmüyorlardı. İnsanlardan kopuşumu (toplumsal yabancılaşmamı) hayıflanacak bir şey olarak anmıyorum. (…) Niye böyle sorular sormalı? Bende değişen şartlara uyarlanma yeteneğinin sıfır olduğunu bildiğim halde ortaya çıkan durumlara niçin hayret ediyorum? (…) Dünyanın ve Türkiye’nin şartları benim onların künhüne varmamı sağlayan müddet içinde hızla, artan bir hızla ve umulmadık bir yönde değişti. (…) İnsan olarak takındığımız tutumların yerini bulmasını istiyordum. (…) Yaşadım ve gördüm, benim beğendiğim insanlar değil; gözümün hiç tutmadığı insanlar her gün biraz daha etkin, giderek taşkın oldular. Varlık sebeplerini umursamayan insanların dayatmaları altında yaşamaktayız. Bu dayatmaların eksik kaldığı bir zaman oldu mu? Doğrusunu isterseniz hiçbir çağda böyle bir zaman parçası yaşanmadı. Asr-ı Saadet bile dayatmasız bir dönem değil. Varlık sebeplerini umursamayan insanlar çağlar boyunca duyarlı insanlara gerçeğin sertliğini dayattılar. Bu zulmü ortadan kaldırmak için uğraş veren nebilere, resullere rağmen dayatma hep vardı; peygamberler öldürüldü, dört reşit halifeden üçü öldürüldü, imamlar zulme uğradı, dayatmaya meydan okuyan ulemadan her biri gadre uğradı. Gel gelelim, dayatanlar hep istedikleri sonuca ulaşamadı. (…) Anlaşıldı ki insanoğlunun özgürlük tutkusu da şiddetlenebilen, şiddetli bir hale giren bir şeymiş. (…) Biz insanlar hangi çağda yaşamış olursak olalım kendimizi ya özgürlük tutkusuna kaptırmış, yahut dayatmanın ağırlığı altında kalmış halde bulduk. (…) Terakki ve tereddi mutlak değil. (…) Elimden ne geliyordu? Şiir yazmak. Şiir yazmaktan başka ne mi yapıyordum? Balıkçı Nuri’nin benim yaptığımı tahmin etmediği işleri. (…) Evet, yalnız ben değil, her bir insan dahi tıpkı benim gibi bir muamma olarak doğar ve bir bilmece olarak ölür.
(…) Herkim ki bizzat kendi hayatının manâsını değişime uğratmaya müsâit veriler üretmekten geri durmaz, işte biz ona yaşayan insan deriz. (…) Allah’ın insana değil; insanın Allah’a yakınlığı: İnsan hayatıyla insan olmayanın mevcudiyeti arasındaki farka anlam veren yegâne belirti budur. (…) Her insan tek başına insanlık tarihini temsil eder. (…) Herkes, her insan diğerlerine nispeten kendisidir. (…) Herkes biriciktir. (…) İman ile küfür Âdem aleyhisselâm yaratıldığından bu yana çatışıyor ve bu çatışma vesilesiyle insanlık her insana anlam vermemize yarayan bir tarihin sahibi oluyor; ama insanlık tarihi bir çatışmalar tarihi değil. İman ile küfür arasında neler vaki oluyorsa, onlara ‘çatışma’ adını vermemiz dilin bizi böyle yapmaya zorlaması yüzündendir. (…) Ucu küfre varan her şey imana aykırıdır. (…) İnsan aklı ancak dünyayı hor görecek düzeye ulaştığı zaman imana ayak uydurabilir. (…) İman hakkında ne düşündüğümü, yanlış anlaşılma ve/veya hiç anlaşılmama riskini göze alarak dile getireceğim. Modern çağın ideologilerini de dahil edersek dinler inanmayı gerektiriyor. (…) İnsanların Müslüman olmaksızın iman hakkında bir fikir edinebilmeleri muhaldir. İnanmak her Müslüman’a ‘Müslümanların ilki’ olma imtiyazını bahşeder. (…) ”
No Comments