“Hiç kimsenin kafamızı karıştırmasından endişe duymayalım.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında YAKIŞIKLI CESET başlığıyla çıkan 20 Şevval 1444 (10 Mayıs 2023) tarihli yazısının(http://www.istiklalmarsidernegi. org.tr/IsmetOzel?Id=173&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan ilki o yazının birinci paragrafından bir cümle olup alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşacak bu yazı.
” Fertlerin cesetleri olur; ama devletlerin olmaz. ‘Canlı cenaze’ tabirini fertler için kullanırız; devletler için değil. (…) XXI. Hıristiyan asrında hâlâ bir Türk gücü varsa onun nerede saklı olduğu bilgisi sırdır. Fertlerin cesetlerinin yakışıklı olup olmadığı kimleri, niçin ilgilendirir bunu bilmiyorum. Bildiğim ölmeden önce biçimden biçime şekil değiştiren ve ölmeleri halinde cesetten mahrum kalan devletlerin ölüm başlarına geldikten sonra geriye bir şey bırakmadıklarıdır. (…) Hadiseyi kavramak için her çağın kendine mahsus bir efsane yarattığını bilmemiz lâzım.
“Dünyayı ölçtüğümüz terazinin bir kefesinde basın-yayın yoluyla dünyaya bindirilmiş bir yük bulunuyor. Diğer kefede ise mübrem ihtiyaçların giderilmesi uğruna işleyişini sürdüren finanstan bağımsız bir ‘reel’ ekonomi yer alıyor.” (Bu yazının başlığını alıntı olarak teşkil eden cümlenin o yazıdaki yeri)
“Yanlışla avunmak hiçbir bakımdan sade değil ve her yönüyle karmaşıktır. Başımızda bir maddecilik belası var. ABD aydınlarının pragmatik yani hem faydacı ve hem de yararcı oldukları söylenir. Eğer öyle olmasalardı yeni kıtaya niçin göç etsinlerdi? Faydacılık ve yararcılık o topraklarda öteden beri yaşayanları fiilen ortadan kaldırdı. Köle olarak çalıştırılmak üzere Afrika’dan getirilen kara derililer ise her bakımdan acınacak duruma düşürüldü.”
“Devletlerin cesetleri yoktur ve fakat akıldan her üretim biçiminin bir miras bıraktığını çıkarmayalım. Mali merkezin çevreye hâkimiyeti anlamına gelen kapitalizm temellerini İtalyan site devletlerinde attı. Çünkü o zaman diliminde antik çağın teknologi mirası veya kalıntısı buralarda bulunuyordu. XV. asırdan itibaren müstemlekecilik payandasıyla dik durabilen Avrupa kendinden olmayan her şeye ve herkese Avrupalının menfaatine uygun yalanlara intibak etme becerisi kazandırmıştır. (…). Demek ki, hükümranlık karmaşasıyla ayakta durabilen batı hayata yönetme ve sevk etme fikr-i sabitiyle tutunabiliyor.”
“Türkler düşünce dünyasında yeni bir temayülün temsilcisi olmayacaklarsa tarih sahnesinde ele geçirdikleri yeri kaybedeceklerdir. (…) Sadece Allah’a kulluk etmek ve istediğini sadece Allah’tan istemek düsturu Türkleri tarih sahnesinin en yüksek yerine taşıdı. (…) Devlet yetkesinin her başarının temelinde olduğu fikri Allah’ı yerinden etti. En etkin devlet yetkilileri önce İbrânî-Hıristiyan âlemle uzlaşmayı denedi. Deneme çok çeşitli sebeplerden ötürü başarısızlıkla sonuçlanınca devleti kurtarma yolunun ‘düvel-i muazzama’yı taklitten geçtiğine kanaat getirdiler. Bu hususu tragedya başarısı elde edinceye kadar ileri götürdüler. Şimdiki sıkıntımız yanlışlardan bir yanlışı seçme sıkıntısıdır. Ya tragedya başarısını seçeceğiz ve/veya taklidi gideceği yere kadar götüreceğiz. (…)”
“Zihnimizi ruhban sınıfından azat olmanın nasıl bir toplum örgüsü gerektirdiğine çevirmemiz gerekiyor. (…)”
“Aristokrasi en iyilerin yönetimi demekse Türk topraklarında en iyilerin yönetimden kıskançlıkla uzak tutulduğunu bilmemiz gerek. Türklerin en iyileri takva sahibi olanlarıydı. (…) Devletin Batı toplumlarını örnek almakla sadece millete eziyet etmiş olmadığını, aynı zamanda toplum içinde milletin temeline kundak soktuğunu anlayacak bir Allah’ın kulu kalmamış mıydı? (…) Fransızlar nasıl oldu da millet oldu? Yahya Kemal’in zihnini meşgul eden sual buydu. Şairin dine olan ilgisi de bu sebeptendir. İşlevsel bir dindarlık peşindeydi Yahya Kemal. Akademik tevali (birbiri ardı sıra gelen -a.a.) de birçok şeyi açıklıyor: Yahya Kemal yerini Ahmed Hamdi’ye bırakıyor, o da Mehmet Kaplan’a. İslâm düşmanlarını hasım kabul etmeyişinin bir sebebi de din gerçeğini seküler, maddî bir enstrümanmış gibi algılayışı olabilir.”
“(…) Ömer Seyfettin’in cesedini tıp mektebinde bir kadavra şekline sokmak da, Mehmed Âkif’i şair bilmenin şiirden anlamamakla eş anlama geldiğini iddia etmek de dinin sekülerleşmesini savunmaktan başka bir şey değildir. (…) Öte yandan bir şahsiyetin seküler dini bir vakıa imiş gibi görüp göstermesi o şahsiyetin dağıldığının tezahürüdür. Dağılmış bir şahsiyet hiçbir ciddî tetkikte bulunamaz. Sonuç Türkiye’nin bugün geldiği yere varır.”
No Comments