“Hutbe Zaten Türkçe Değil mi idi?”
Prof. Dr. İsmail Kara’nın, bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım başlık altında “Derin Tarih” adlı derginin Şubat 2023 sayısında çıkan yazısından yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“ ‘Türkçe Hutbe’ talepleri, daha doğru bir ifade ile hutbenin dînen zarurî bir unsuru olmayan konuşma kısmının uzatılması ve etkili hâle getirilmesi istekleri, İslâm tarihinde hiç olmadığı kadar modern dönemde ortaya çıkacaktır. Hem siyasî merkez(ler), hem basın-matbuat ve yeni Müslüman aydınlar, hem de ‘dinî kurumlar’, âlimler ve şeyhler tarafından… Çünkü herkes kendince dindar kalmak şartıyla modernleşmek, yenileşmek istemektedir ve din-hutbe bunun en etkili ve olmazsa olmaz araçlarından biridir. Ayrıca Türkçe hutbe yeni din anlayışlarını anlatmak ve yerleştirmek için de lüzumludur…
Arzu ederseniz önce, ifadelerinin çoğu Hz, Peygamber’in (sas) hutbelerinde de geçen muhtasar (kısaltılmış -a.a.), ortak ve yaygın hutbe metnine bakalım: ‘el-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain. (…) Ve neşhedü enne seyyidenâ Muhammeden abduhû ve Resûluh.’ Cuma namazı hutbesi aşağı yukarı bu kadardır.Hiçbir dinî mecburiyeti yok ama bir iki tazim salâvat ifadeleri -özellikle hutbenin ikinci kısmında-bir iki dua cümlesi, şiilik- hilâfet problemi dolayısıyla sonradan ilave edilen bir teâmüle riayet edilerek dört halifenin adının sıra ile zikredilmesi, sahabe tâbiînin hepsine hürmet gösterilmesi de eklenebilir (… halifeti Resûlillahi ale’t-tahkik, umerâi’l-mü’minîn seyyidinâ Hazreti Ebû Bekrin ve Ömer’’e ve Osmane ve Aliyyin ve alâ bakıyyeti’s-sahâbeti ve’t-tâbiîn…) Bundan sonra bir âyet-i kerîme ve bir hadis-i şerif okunur. (…) Hutbenin vaaz ve nasihat(konuşma) kısmı, yani ‘Türkçe hutbe’ tartışmaları sırasında öne çıkan bölümü mecburi değildir. Hamd, şükür, salâvat, dua kısımları, okunan âyet ve hadis vaaz olarak yeter.Ama dili Arapça olmayan memleketlerde gerekirse, vakit ve hava şartları da elverişli ise âyet ve hadislerin, duaların yerli dildeki karşılıkları meâlen ve kısmen açıklamalı olarak verilir ve hutbe tamamlanır. Hepsi bu kadardır. Ayrıca Cuma ve bayram namazlarına gelen yaşlıları, yolcuları, âcil iş sahiplerini hesaba katarak namaz ve hutbenin kısa tutulması Hz.Peygamber(sas) tarafından tavsiye edilmiştir. İsmail Kara’nın yazısının bir bölümü de ‘Hutbelerde Kimlerin Adı Zikredilecek?’ başlıklı. Buradan da birkaç cümle: “Hilâfet ilga edildikten sonra hutbelerde isim zikredilmeksizin ‘millet ve Cumhuriyet’in selamet ve saadetine dua edilmesi takarrür etmiş (kararlaştırılmış -a.a-) ve bu kararın bilcümle vilâyâta (vilâyetlere -a.a.-) tebliği Dahiliye Vekâleti’ne havale edilmiştir.” “Memleketimizde din- siyaset ilişkileri hep böyledir, hep iç içedir. Cuma ve bayram hutbelerinde kimin adının anılıp anılmayacağına Bakanlar Kurulu karar ver(ebil)mektedir.Burada olduğu gibi… Zikredimeyecek isim elbette halifenin adı, hatta halife kelimesinin bizzat kendisidir. Onun için hulefâ-yı râşidînin, ilk dört halifenin adı da ‘tehlikeli bir şeyi çağrıştırmasın diye’ uzun zaman hutbelerde geçmeyecektir.(…)”
No Comments