“İblîs Hakîkati”

 

Muhyiddîn İbnu’l-Arabî‘nin FUSÛSU’L- HİKEM isimli eserinin Türkçe Tercüme ve Şerhi-I’in (Tercüme ve Şerh: AHMED AVNİ KONUK, Hazırlayanlar: Prof. Dr. MUSTAFA TAHRALI- Dr. SELÇUK ERAYDIN, M.Ü. İFAV 7 Yedinci Baskı:2017) bu yazının başlığını alıntı olarak teşkil eden bölümünden (s.30-31) yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bilinsin ki, İblîs Mudill (delâlete düşüren) isminin tam olarak ekmeli (en kâmili) olan bir rûhdur. Ve ruhlar mertebesi ayrılık ve gayrılıktan bir tür üzerine Zât’ın hâriçte zuhûrundan ibârettir. Ve Vâhid’in isneyniyyet (ikilik) dâiresinde rü’yeti (görmesi) bu mertebeden başlar. Bundan dolayı Mudill isminin hükümlerinin zuhûrunun başlangıcı bu mertebedir. Idlâl şaşırtmak demektir. Bir vücûdun (varlığın) birbirine aykırı olarak iki görülmesi şirk; ve bu ise dalâl’in kendisidir. Ve bu rü’yet (görme) tarzı, vâhime (vehim) potansiyelinin şânıdır. İmdi (şu halde) bu kuvvet Mudill ismi mazharı olup, İblîs hakîkatidir. Zîrâ şânı (niteliği) telbîsdir (karıştırma); ve İblîs ismi de bundan türemedir. Ve İblîs bu özelliği ile âlemleri kuşatandır. Ve onun tâbiiyyeti (tâbiliği) altında lâ-yuad (sayısız) ve lâ-yuhsâ (hesap edilmez) rûhlar vardır ki, cümlesi ıdlâle (yoldan çıkarmağa) ve iğvâya (şaşırtmağa) memûrdurlar. Ve bunlar tabiatlar âleminde eşyânın (şeylerin) tümüne sârîdir (nüfûz edendir). (S.a.v.) Efendimizin: “Her bir kimse ile berâber bir şeytan doğar; ve ben benimle doğan şeytanı İslâm’a getirdim.” buyurmaları, insânî nefsdeki vehme işârettir. Zîrâ kuvve-i vâhime (vehim potansiyeli) aslâ yalandan içtinâb etmez (sakınmaz). Ve şânı bi’l-cümle kuvâ (kuvvetler, melekeler) üzerine üstün gelmedir. Ve varlığından eser olmayan bir şeyi mevcûd ve esâsında mevcûd olan şeyi yok gösterir. Şu halde düşünme gücü aklın hükmüne tâbi olursa ona mütefekkire belleği; ve eğer vehmin hükmüne tâbi olursa ona mütehayyile belleği derler. İblîsî hakîkat, tüm akıl olan insânî hakîkate diğer ulûhiyyet güçleri gibi baş-eğme teklifine karşı Ben ondan hayırlıyım (A’râf, 7/12) dedi. Bu cevap kendisini ayrı görmek demektir. Biri iki görmek ise vehimdendir.

İşte İblîs tüm ilâhî isimler ve sıfatları toplayıcı olan tüm akla tâbi olmayıp, teferrüd (eşsiz / benzeri olmamak) ve isti’lâ (kendini eşsiz/üstün görme) davâsına kalkıştığı ve biri iki, mevcûdu madûm ve madûmu mevcûd gördüğü için, ulûhiyyet zâtı onu diğer güçler arasından A’râf, 7/13) (“Öyleyse in oradan! Orada/cennette büyüklük taslaman haddin değildir. Çık oradan! (…)” hitâbı ile tard eyledi. Zîrâ vehim güçleri tüm güçlere musallat olmakla berâber, onlara göre kıymetsiz ve küçük bir şeydir. Zîrâ şânı(işi), hakîkate vusûlden men etmektir. İblîs kendilerine arzî ve semâvî sırlar açılan sülûk ehlini dalâlete düşürmek için hayâlî olarak arz ve semâ sûretlerinde zâhir (görünür) olur. Ve hattâ zâtî tecellîlere de karışıp sâliki (Allah yolunda olanı) doğru yoldan çıkarır. Ancak Muhammedî sûrette ve onun vârisleri olan kâmiller sûretlerinde şekillere ve sûretlere giremezler (temessül edemezler).”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked