“İbn Arabî Düşüncesine Giriş ŞEYH-İ EKBER”
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın 1995 yılında neticelenen bir Doktora tezinin on dört yıl sonra, 2009’da kitaplaştırılmış (SUFİ KİTAP I.BASKI Kasım 2009) hâlinden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Vücûd yani Varlık O’nundur, O’ndandır ve belki de O’dur. Âlem ve biz, O var olduğu için varız, bizim varlığımız O’nun varlığıdır. Biz yoktuk O vardı, sonra o varlığından bir nebze bize de verdi ve biz de O’nunla var olduk. Bize verdiği o emanet varlığı geri alacak olsa biz var olmayız, aslımız neyse ona döneriz.”
“Onun, otuz yedi ciltlik el-Fütûhât için bile “Bu kitaptan maksat, elden geldiği kadar veciz ifade ve hülâsadır” demesi hayli mânidardır.”
“Tasavvuf ahlaktan ibarettir. Tasavvuf ahlakıyla bezenmiş kimsenin hakîm olması şarttır, olmazsa onun tasavvuftan nasibi yok demektir. Çünkü tasavvuf hikmettir, hikmet ise nebevî ilimdir.”
“Sayılar ilmi konusunda keşf yolundan, yani bu ilmin tabiatının gerektirdiği yoldan, yani ilâhî hakikatlerin geldiği yoldan, bize gelen acâib sırlar vardır. Şayet ömrümüz kifâyet ederse inşallah sayıların bilgisi konusunda hususî bir kitap yazacağım.”
“Muhyiddîn’den bahsederken karşımızdakinin ne modern ne de Aristocu manâda bir filozof olmadığı bilinmeli ve dolayısıyla onun doktrini bir felsefe olarak alınmamalıdır.” (S.H.Nasr, Three Muslim Sages,102.)
“el-Fütûhât‘ta çeşitli vesilelerle dile getirdiği üzere: ” Burada yazdıklarımın hepsi önce bana okutuldu… Bu kitapta yazılanların hepsi ya mükerrem Kâbe’yi tavafım sırasında ya da murâkabe için Harem-i Şerif’te oturduğum esnada Allah Teâlâ’nın bana açtıklarıdır… Vallahi bu kitabın bir noktası bile rabbânî ilkâ ve ilâhî imlâ olmadan yazılmamıştır…“
“Şiir; sözü kısa tutma (icmâl), rumuz kullanma (remz), bilmece yapma (lugâz) ve başka manâ kastetme (tevriye) yeridir.”
“O’nun, otuz yedi ciltlik el-Fütûhât için bile “Bu kitaptan maksat, elden geldiği kadar veciz ifade ve hülâsadır” demesi hayli manidardır.”
“Tasavvuf ehlinin bir adı da zâten câmiu’l- ezdâddır (zıt olan şeylerin toplanması).”
“… Bir gün Kâbe’ye baktım ki hâl lisanı ile benden kendisini tavaf etmemi talep ediyordu. Zemzem dahi bana kavuşmak ihtiyacı içerisindeydi ve suyundan kana kana içmem için bana adeta yalvarıyordu… Kâbe ile de haberleşiyordum. Ayrıca büyük eseri el-Fütûhatü’l mekkiyye de ilk defa burada kendisine ilham olunmaya başlayacak, ama tamamlanması yirmi üç yıl surecektir. Bu eserinin vücuda gelişine dair verdiği bilgiler aynı zamanda İbn Arabî’nin tarzını da yansıtan çarpıcı örneklerdir. (…) Bu kitapta yazılanların hepsi ya mükerrem Kâbe’yi tavafım sırasında ya da murâkabe için Harem-i Şerif’te oturduğum esnada Allah Teâlâ’nın bana açtıklarıdır …”
“Ben de bunları ancak o söz verdiğim Rabb’imin izniyle yapabildim. Ben ancak bana verilen izin kadar konuşurum. Bana biçilen sınıra gelince de dururum.”
“Her gerçekliğin kaynağı olan vücûd (varlık) aslında bölünmez, ezelî ve dâimîdir. İbn Arabî bu mutlak Vücûdun bilinemez, nitelenemez, sır mertebesi olan ahadiyyet vechesiyle bir Rab, bir Hâlık ve bir Mâbud olarak âlemle ilişkide olduğu Rubûbiyyet yani vâhidiyyet vechesini ancak mertebeler bakımından izah sadedinde ayrı mütalaa eder. İlkinde (yani ahadiyette) ne kesret (çokluk) ne tezat ve ne de herhangi bir taayyün (belirme) vardır ki bu cihetten O, sırf nur, sırf iyi (sırf hayr) ve gayblar gaybıdır. İkincisinde ise (yani vahidiyyet) Allah yaratıcı sıfatıyla (el-Hâlık) birçok şeyin yaratılmasının fâili olunca ortaya bir çokluk (kesret) ve farklılık (tefrik) çıkmış olacak ve birlik (vahdet) bozulacaktır. Ancak görüleceği üzere bu mertebelerde Hakk’ın tezâhürü ve tekâsürü (çoğalması) Zâtıyla değil ancak sıfatları vasıtasıyla olmaktadır. (…) Hakk’ın tecellîsi bütün mertebeler içerisinde ancak insan mertebesinde kemâle ulaşır. Bu yüzden insan küçük bir âlem (âlem-i sağîr) ve bütün âlemin bir özeti olarak görülür ve işte bu özelliğinden dolayı da ancak o Allah’ın halifesi olabilir. (…) Allah’ın en mükemmel ve en üst tecellîsi insan mertebesi ve hakikî âdemdedir ki bu mertebenin aslı da Hz.Muhammed’in hakikati (el-Hakikatü’l-Muhammediyye) denilen o nebevî kelimededir.”
No Comments