İbrahim Kalın’ın “Barbar, Modern, Medenî
— Medeniyet Üzerine Notlar–
Kitabından (İNSAN YAYINLARI, Birinci Baskı, 2018) alıntılar:
“Kendi medeniyet, hayat, tefekkür ve estetik değerlerine sahip olmayan bir İslâm dünyasının ne kendi sorunlarına sahih çözümler üretebilmesi ne de insanlığa bir katkı sunması mümkündür.
Kitabın başlığı, içinde bulunduğumuz durumu tasvir etmeyi amaçlıyor. Bugün barbarlığı, modernliği ve medenîliği aynı anda tecrübe ediyoruz. İstediğini zorla ve rasyonel-ahlâkî olmayan yöntemlerle elde etme çabası olarak barbarlık, farklı biçimlerde yaşamağa devam ediyor. üModernlik, ilerleme, kalkınma, ulusal çıkar, uluslararası düzen, ekonomik fayda, verimlilik vs. adı altında insana ve tabiata karşı yapılan barbarlıklar uzun bir liste oluşturuyor. (…) Şiddeti estetize eden, şehveti ve hırsı kutsayan ve insanın varoluşunu varoluşunu tüketim çılgınlığına indirgeyen barbarlıkların bize emanet olarak verilen yeryüzünü giderek yaşanmaz hale getirdiği gerçeğini inkâr etmek mümkün değil. Çevre krizi ve küresel ısınma gibi sorunlar, dipte yaşanan zihin ve ruh krizinin tezahürlerinden sadece bazıları. Fakat modern siyasî-ekonomik düzen bu gerçeği bile kabullenmekten kaçıyor. (…) Netice itibariyle modernlik ve ilerleme adına barbarlığın yeni şekiller aldığı bir çağda yaşıyoruz.
“(…) Geleneğin yerine seküler-ilerlemeci bir varlık tasavvurunun inşa edilmesi anlamında modernlik, son birkaç yüzyılın temel anlatılarından birini oluşturuyor. Modernliği bilimsel gelişme ve ekonomik kalkınma olarak tanımlayanlar, bu sürecin insanlığa büyük faydalar getirdiğini ileri sürebilir. Öte yandan modernitenin yol açtığı siyasî, dinî, ekonomik ve çevresel sorunların dünyayı bir bütün olarak felakete sürüklediğini söyleyenler de çıkabilir. Fakat kesin olan bir şey varsa o da barbarlığın ve modernliğin eş zamanlı yaşanan süreçler olduğudur. Aydınlanma sonrası dünya tarihi, barbarlık sıfatını hak eden hazin örneklerle dolu. Dahası, modern barbarlıkları meşrûlaştırmak yahut örtbas etmek adına işlenen zihnî ve ahlâkî cinâyetler, modernliğin hiç de masum olmadığını ima ediyor. Bilim ve teknolojinin sunduğu yeni imkânlarla giderek daha yıkıcı ve yok edici hale gelen modern toplumlar, barbarlığın tarihte görülmemiş örneklerine imza atabiliyor.
Üçüncü hâlimiz, medenî olmak. (…) Burada yalın bir şekilde söylemek gerekirse medenîlik, bir şeyi aklî ve ahlâkî kurallar çerçevesinde yapmayı ifade eder. Bir dünya görüşü ve varlık tasavvuruna dayanan medenî olma hâli, en sâde topluluk yapılarından en karmaşık toplumsal ilişkilere kadar her alanda tavır ve tutumlarımızı belirler. Medenî olmak için ekonomik ve teknolojik olarak en güçlü, en büyük, en etkili vs. olmak zorunda değilsiniz. Elinizdeki imkân ve kâbiliyetleri ne için ve nasıl kullandığınız, sizin barbar mı yoksa medenî mi olduğunuzu tespit için yeterlidir. Bu anlamda modern sanayi toplumları barbar olabileceği gibi, maddî refah seviyesi düşük olan topluluklar medenî olabilir. Medenîlik ile maddî güç arasında doğrusal bir ilişki yoktur. (…)
Bu çalışmada medeniyet kavramını tarihî ve kavramsal olmak üzere iki ana düzlemde tahlil edeceğiz. Öncelikle kelimenin târihî, siyâsî ve toplumsal anlamları üzerinde duracak ve farklı kullanım alanlarına işâret edeceğiz. Bunlar, medeniyet kavramının zengin topoğrafyası hakkında bize önemli ipuçları verecektir. Bu tarihî tahlil, medeniyet kavramının hem farklı toplumlarda nasıl kullanıldığını hem de modernliğin doğuşuyla beraber nasıl evrildiğini ve farklı işlevler üstlendiğini gösterecektir. Giriş bölümünden yaptığım bu alıntılamaları, kitabın izleyen bölümlerinden daha çok sözler olarak yapacağım alıntılar tâkip edecek.
“Medeniyetlerin ortaya çıkış süreci, ana tezlerimizden birini tavzih etmek (açıklamak) açısından önem arz ediyor: Medeniyet, fizikî yapılardan ve kurumlardan önce varlığa ilişkin bir zihnî ve estetik tutumu ifade eder.”
“İnsan olmanın temel vasfı, bu şartların üzerine çıkabilme iradesini göstermektir. İnsana verilmiş olan akıl ve hür iradenin tarihteki yürüyüşü, kendini tam da bu alanda gösterir.”
“Bir toplumu medenî yâhut barbar yapan, sâdece yâhut öncelikle sâhip olduğu maddî imkânlar yâhut teknolojik araçlar değil, varlığı ve hayatı anlamlandırmak için ortaya koyduğu tasavvur, tutum ve davranışlardır.”
“Medeniyet, madde ve kemmiyetten ziyade manâ ve keyfiyet (nitelik) üzerine kurulu bir düzeni ifade eder.”
“İnsan, bu dünyaya ‘atılmış’ bir varlık değildir. Parçası olduğu büyük varlık dairesinin hasmı yahut yabancısı da değildir.
“İnsan, aşkın bir ilkeye tutunarak yeryüzündeki varlığını anlamlandırmak zorunda olan bir öznedir.”
“Bugün de bir medeniyet kavramından bahsedebilmek için, insanın, varlık düzenindeki yeri hakkında muayyen (belirli) bir fikre sahip olmamız gerekir. (…)”
“Bu noktada bir ihtiyat kaydını dile getirmemiz gerekiyor. Medeniyet kavramını dinin yerine ikame edilecek bir mefhum(kavram) olarak görmüyoruz.
“Batı düşünce tarihinde Hıristiyanlık inancının zayıflaması ve Aydınlanma’nın yeni bir paradigma inşa etmesi akıl, toplum, tarih, kültür ve medeniyet kavramlarının dinin yerine ikame edilmesi girişimlerine kapı aralamıştır. (dipnot: Terry Eagleton, diğer rakipler arasında ‘kültür’ kavramının böyle bir iddiaya sahip olduğunu söyler. Bkz. Terry Eagleton, Culture and The Death of God (New Haven:Yale University Press, 2014). Akılcı ve seküler bir bağlamda yeniden tanımlanan bu kavramlar, modernitenin temel yapı taşları haline gelmiş ve ‘Tanrı’nın ölümü‘ kehanetini meşrulaştırmak üzere yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Bir dünya görüşü, yaşam biçimi ve estetik duyarlılık olarak emedeniyet, ilkin Batılı anlamda ‘din‘in yerini alacak popüler bir kavram olarak tedavüle sokulmuştur. Fakat gerek Batılı modernleşme tarihi gerek küreselleşmenin yol açtığı kırılmalar gerekse de Batılı olmayan toplumların yaşadığı inişli çıkışlı süreçler, metafizik ve ahlâkî bir hakikat olarak dinin yerine ikâme edilmek istenen kavramların tutarlı ve uzun ömürlü olmadığını göstermiştir. Seküler medeniyet tasavvurunun mutlaklık ve kuşatıcılık iddiası ne kadar zayıf ise, din-temelli medeniyet mefhumunun (kavramının) kendini müstakil bir din ve metafizik sistemi olarak vazetme (ortaya koyma) çabası da o kadar beyhûde bir çabadır. (…) Burada şu hususu ifade etmekle yetinelim: Medeniyet, seküler bir din olarak kurgulandığında anlamını ve işlevini yitirir. İnsan kurgusu bütün yapılar gibi medeniyetin de anlamlı ve tutarlı bir bütün hâline gelebilmesi için müteal (aşkın) bir atıf çerçevesine ve metafizik bir temele ihtiyacı vardır. İslâm dini ile medeniyet arasındaki ilişkiye de biz bu açıdan bakıyoruz. Medeniyet kavramına karşı çıkan İsmet Özel’in ‘Bir kez İslâm’ı medeniyet sorunu içinde kavradık mı artık onu zaman içinde bir kategori olarak görmek ve tarihin şartları içinde değerlendirmek düşüncesine kendimizi hapsetmiş oluruz.‘ ifadesi de bu hususun altını çizmesi bakımından önemlidir. (dipnot: İsmet Özel, Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma (İstanbul:Tam İstiklâl Yayıncılık Ortaklığı, 2013; 18. Baskı),s. 109. (…) ” “Bir tutum olarak medenîlikten, bir durum olarak medeniyete geçişte kaybettiğimiz değerler nelerdir? İbn Haldun’un iddia ettiği gibi medeniyetin sağladığı maddî imkânlar, bizi medenîlikten uzaklaştırır mı? Medeniyet, medenîliğin zıddı mıdır? (…) Kendine demokrat, başkalarına barbar bir tutum sergileyen 19. yüzyıl Avrupa devletleri, maddî medeniyet imkânlarından yoksun ama belki de. dünyanın en medenî-insânî topluluklarını köleleştirirken, bunu ahlâken ve vicdânen meşrûlaştırmak için de medenîleştirme kavramına başvuruyordu.”
” Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele:Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı edebiyatçı J.M.Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir.”
“Benim neslimin beklentisi, bütün dünyada hayatın daha rasyonel, daha insânî ve daha demokratik olacağı ve siyasî demokrasinin yavaş fakat emin adımlarla daha köklü sosyal adalet üreteceği idi. Biz aynı zamanda bilim ve teknolojideki ilerlemenin insanlığı daha zengin yapacağını ve bu zenginliğin tedricî olarak küçük bir azınlıktan büyük kitlelere yayılacağını umuyorduk. Bütün bunların barışçıl bir şekilde meydana geleceğini beklemiştik. Hattâ insanlığın bir yeryüzü cennetine doğru ilerlemekte olduğunu ve bu hedefe yaklaşmamızın tarihî bir zorunlulukla takdir edildiğini düşünmüştük. (dipnot: Arnold Toynbee, Surviving The Future (New York: Oxford University Press, 1971), s.106-107.
Toynbee ve çağdaşlarının Batı Medeniyeti’ne ve ilerleme fikrine olan inancını derinden sarsan eser, Oswald Spengler’in Batı’nın Çöküşü kitabıdır. Batı medeniyetinin kendi içinden yıkılmakta olduğunu haber verir ve geniş bir ‘düşüş‘ ve ‘çöküş‘ literatürünün ortaya çıkmasına öncülük eder. Tipik bir Alman olarak Spengler, çöküş kavramını Batı’nın siyasî yahut askerî güç kaybının ötesinde, bir ruh çürümesi ve ufuk daralması olarak tanımlar. (…) Temel mesele, Batı’nın metafizik olarak tükenmiş olmasıdır ve Spengler bunu temellendirmek için uzun tahliller yapar. Fakat Spengler’in Batı’nın çöküşü söylemi çerçevesinde gücünü ve hâkimiyetini yitiren Almanya’yı koruma gayretiyle hareket ettiğini de not etmeliyiz. (…)”
No Comments