İbrahim Kalın’ın “Barbar, Modern, Medenî -Medeniyet Üzerine Notlar- Kitabından (İnsan Yay., 1. Baskı, 2018) alıntılamalar
“(…) Amazon ormanlarındaki kabile hakkında yapılan bir haber ve Kavafis’in şiiri barbarlık, ilkellik, modernlik ve medeniyet kelimelerinin bugün taşıdığı anlamlar hakkında bize bir dizi ipucu veriyor. Bir insan topluluğu, teknoloji kullanmadığı ve dış dünyayla irtibat kurmadığı için ‘medeniyetten uzak ve ilkel’ olarak tasvir ediliyor. (…) Haberin sonunda altın madencilerinin bu insanların aile fertlerini, dostlarını, kabile mensuplarını öldürdüklerini öğreniyoruz. Bu hadisede kim ilkel ve barbar, kim insancıl ve medenî?
Kavafis’in şiiri, barbarların muhayyel ve düzenleyici işlevini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Barbarların gelmeyeceği, aslında hiç olmadıkları haberine sevinmesi gereken insanlar, buna neden üzülürler. Bu sorunun cevabını da ben ve öteki arasında kurulan ilişkide aramak gerekir. (…) ‘Zaten yoktular’ mesabesindeki barbarlar sahneden çekilmiş ve ülke yine kendisiyle başbaşa kalmıştır. İnsanlar meselelerini, olmayan bir barbar tehdidi üzerinden değil, kendi gerçekleriyle yüzleşerek çözmek zorundadırlar. (…) Muhayyel bir öteki, uzaktaki bir düşman, mutasavver bir barbarlar güruhu üzerinden kendini ‘medenî’ olarak tanımlamak sorunları çözmez, tersine derinleştirir. (s.8) (…) Medeniyet gibi çok katmanlı ve merkezî bir kavramın siyasi polemiklere konu olması garip karşılanmamalı. Kavram hakkında konuşurken belli bir zihnî berraklığa ihtiyacımız var. (…)
(…) Medeniyet, kültür, âdet ve geleneklerin ötesinde, varlığa ilişkin tutum ve davranışlar bütününü ifade eder. Kültür formlarını ortaya çıkaran da medeniyetin dayandığı zihnî, ahlâkî ve estetik ilkelerdir. Bu manâda medeniyet, kültürün üzerinde ve ötesinde bir bilinç ve davranış biçimini ifade eder. (…) İndirgemeci hiçbir yaklaşım medeniyet kavramı hakkında bize anlamlı ve tutarlı bir tahlil sunamaz. (s.9)
(…) Modernleşme, küreselleşme ve yeni iletişim araçlarının din, kültür, gelenek ve medeniyet gibi kavramları zayıflatan bir etkiye sahip olduğu konusunda genel bir mutabakattan söz edebiliriz. Zîrâ modern ve küresel durumlar eskinin katı ve keskin sınırlarını aşındırdığı gibi, geleneksel otorite yapılarını da zayıflatmaktadır. (…) Modernitenin ve küreselleşmenin tetiklediği yeni sosyo-kültürel ve siyasî dinamikler, medeniyet gibi büyük kavramları yetersiz, yersiz yahut işlevsiz hale getirmektedir. (s.9-10)
Fakat küreselleşme paradoksal bir şekilde medeniyet idrâkini güçlendiren bir etkiye de sahip. Küreselleşmenin nesnesi ve alıcısı durumunda olan toplumlar, küreselleşme dalgası karşısında muhkem bir direniş hattı ve emin bir liman oluşturmak için kendi tarihlerine ve hâfızalarına başvurma ihtiyacı hissediyorlar. Zîrâ küreselleşme, sahih ve derinliği olan kimlikler inşasından ziyade, Batılı değer, meta ve sembollerin tedavüle girmesi ve Batı-dışı toplumlara taşınması sürecini ifade ediyor. Çoğulcu ve eşitlikçi söylemlere rağmen küreselleşmenin özündeki Batı-merkezci eğilimler, Batılı olmayan toplumların yeni savunma mekanizmaları geliştirmelerini zorunlu kılmaktadır. (…)
Medeniyet düşüncesi, iki temel jeo-politik yaklaşıma da meydan okur. Askerî gücü esas alan ve ulus-devlet modeline dayanan realist ekol ile seküler-liberal değerlerin evrensel olduğunu savunan liberalist ekole karşı tarih, kimlik, gelenek, hafıza ve aidiyet gibi unsurların bireylerin ve toplumların tercihlerinde belirleyici bir rol oynadığı inkâr edilemez. (…) Seküler-liberal değerler sisteminin insanlığın büyük yürüyüşünün nihai menzili olduğunu ileri süren ‘Tarihin Sonu’ tezi medeniyetsel aidiyet ve kimlikleri izah etmede yetersiz kalır. Bu durumun temel sebeplerinden biri, bizim küreselleşme, evrenselci liberalizm, ulus-devletçi realizm ve medeniyetsel bilinç süreçlerini eş zamanlı olarak yaşıyor olmamızdır. Bu süreçlerden birini mutlaklaştırıp diğerlerini yok saymak, yaşadığımız çağın ruhunu anlamada büyük hatalar yapmamıza neden olabilir. (s.10-11)”
No Comments