İbrahim Kalın’ın “Barbar-Modern-Medenî/Medeniyet Üzerine Notlar” kitabından…

 

İNSAN YAYINLARI’ndan 705., İBRAHİM KALIN KİTAPLIĞI’ndan 3. Kitap (Birinci Baskı: 2018) olan bu kitaptan yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Burada yaşanan, büyük bir ontolojik (varlıkbilimsel) kaymadır. Araçların tanımladığı bir dünyada aslî, ilk, orijinal ve otantik olanın anlamı değişmiştir. Sûretler, imajlar, imitasyonlar, simülasyonlar aslî ve birincil olanın yerini almıştır. Orijinalinden daha iyi oldu…” sözü, bir epistemik (bilgi ile ilintili) kibrin ötesinde bu ontolojik (varoluşsal) kaymayı işaret eder. İşaret (sign), işaret ettiği şeyin (signified) yerine geçmek suretiyle üzerimizde muazzam bir tahakküm kurmuştur. Sembol, sembolize ettiği şeyi alt etmiş ve yerine kendini ikame etmiştir. Taklit, orijinalin aslında o kadar da kıymetli bir şey olmadığına bizi ikna etmiştir. Sanal, hayalî, gölge olan şeyler gerçekliğin koltuğuna oturmuş ve hepimize alaycı bir şekilde tebessüm etmekte ve kulağımıza şunu fısıldamaktadır: Benim daha ‘gerçek’, daha ‘câzip’, daha ‘kullanışlı’… olduğuma artık sen de inanıyorsun.

Böyle sanal ve sığ bir dünyada neyin gerçek, neyin kültür, neyin sanat yahut estetik olduğuna dair bir şeyler söylemek giderek zorlaşmaktadır. Medeniyet, bu ontolojik fakirleşmeden nasibini alan kavramların başında geliyor. Maddî, teknolojik, sanal, dijital dünya vb. sıfatlarla ifade edilen post-modern durumların hakikat ve gerçeklik tasavvurumuz üzerindeki derin etkisi, kendini medeniyet tartışmalarında da hissettirmektedir. Temsil ettiği gerçeklerin yerine geçen imajlar, müstakil bir varlık alanı ve kazanmakta ve giderek gerçeği dönüştürmektedir. Dünya çapında bir futbol oyuncusunun Playstation’da futbol oynaması, Disneyland’ın müstakil bir dünya haline gelmesi ve dizilerdeki kurgulanmış insan ilişkilerinin gerçek muamelesi görmesi, hiper-realite halinin akla ilk gelen örnekleri arasında yer alıyor. Bu tür durumlarda neyin gerçek neyin hayal, neyin hakiki neyin sanal, neyin otantik neyin kurgusal olduğu sorusu anlamsız hâle geliyor. Hiper-realitenin şehvetine kapılan kitleler, artık gerçekle yüzleşecek zihnî ve duygusal donanımlarını yitiriyorlar. Ekrandaki mükemmel, yaldızlı, biteviye akan kurgular gerçek, eksik, karmaşık ve sınırlı hayatların yerini alıyor. Gerçeğe ulaşmak için onun taklidi, imajı, kopyası ve simülasyonu kaçınılmaz bir araç haline geliyor. İnsanlar artık bir ekrana bakmadan dünyayı tanımanın, algılamanın ve idrak etmenin imkânsız olduğunu düşünüyorlar.

Bu ontolojik daralmanın yıkıcı sonuçlarının henüz farkında değiliz. Varlığın, var olan şeylerin toplamından ibaret olduğunu sanıyoruz. Oysa vücûd (varlık),mevcûdâta indirgenemez. Bir kitabın manâsı, onun sayfa sayısının, cildinin, kapağının, kısacası fizikî özelliklerinin toplamından daha fazla bir şeydir. Bir kitabı okumak demek, onun materyal niteliklerinin ötesindeki manâsını ve mesajını anlamak demektir. (…) Bir insanı tanımak demek, onun ses tonundan, göz renginden, boyundan yahut ağırlığından daha fazlasını bilmek demektir. (…) Yer, gök, gece, gündüz, mevsimler, insanlar, tarih ve toplum, varlığın farklı tezahürleri olarak kendilerini bize takdim ederler. Bu takdime verdiğimiz cevaplar ve tepkiler, varlıkla olan ilişkimizi belirler. (…) Varlığın sırrı, kendini bize farklı şekillerde takdim eder. (…) Modern-Prometeci öznenin en büyük yanılgısı, sınırlı ve kibirli yapısıyla varlığın sırrına erdiğini sanmasıdır.

(…) Şunu ifade etmekle yetinelim: Yaratılış olarak var olma, bizi varlığın kaynağı ile her daim irtibat halinde tutar. Bu irtibat, tecellî olarak yaratılışın şu anda da devam ettiğini ve her an ter ü taze olduğunu söyler. (…) Yaratılışın kokusu, bize büyük varlık dairesinin hikmeti hakkında bir fikir verir. (…)

Yaratılışın kokusunu duyamayanlar, varlığın sırrına eremezler. Sesin kozmik âhengini yitirdiği, kokunun kozmetik sanayiine indirgendiği bir gürültü ve imaj çağında yaratılışın ritmini hissetmek kolay bir iş değildir. Bu yüzden de dünyanın büyüsünün bozulması karşısında Zafer nâraları atanlar nasıl kuru, boş, düz ve anlamsız bir dünyanın sahte efendileri olduklarının da farkında değildirler. Oysa insana musahhar kılınmış âlemin anlamlı ve yaşanabilir bir yer haline gelmesi için, varlığın sırrına erişmeğe ve yaratılışın kokusunu duymağa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. (…) Biz varlığa hükmetmek güdüsüyle hareket ettikçe varlık kendini bize kapatır. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked