İbrahim Kalın’ın “Barbar- Modern-Medenî / Medeniyet Üzerine Notlar” kitabından(1.Baskı 2018, insan yayınları)alıntılar

 

“Varlığın sırrı, yani neden yok değil de var olduğumuz meselesine burada etraflı bir şekilde girmemiz mümkün değil. İlerleyen sayfalarda bu konuya yer yer temas edeceğiz. Şunu ifade etmekle yetinelim: Yaratılış olarak var olma, bizi varlığın kaynağı ile her daim irtibat halinde tutar. Bu irtibat, tecellî olarak yaratılışın şu anda da devam ettiğini ve her an ter ü taze olduğunu söyler. Yaratılışın kokusu, varlığın sonsuz tezahürlerinde çıkar karşımıza. (…) Yaratılışın kokusu, bize büyük varlık dairesinin hikmeti hakkında bir fikir verir. Neden şimdi, burada, şu anda var olduğumuzu anlamamıza imkân sağlar.

Yaratılışın kokusunu duyamayanlar, varlığın sırrına eremezler. Sesin kozmik ahengini yitirdiği, kokunun kozmetik sanayiine indirgendiği bir gürültü ve imaj çağında yaratılışın ritmini hissetmek kolay bir iş değildir. Bu yüzden de dünyanın büyüsünün bozulması karşısında zafer naraları atanlar nasıl kuru, boş, düz ve anlamsız bir dünyanın sahte efendileri olduklarının da farkında değildirler. Oysa insana musahhar kılınmış âlemin anlamlı ve yaşanabilir bir yer haline gelmesi için, varlığın sırrına erişmeye ve yaratılışın kokusunu duymaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Sırrı gitmiş ve büyüsü bozulmuş bir dünyada yaşamak bizi daha insancıl ve daha rasyonel kılmaz. Tersine bizi büyük bir boşluğa mahkûm eder. O boşlukla yüz yüze gelmemek adına attığımız her adım, bizi varlığın ufkundan biraz daha uzaklaştırır. Biz varlığa hükmetmek güdüsüyle hareket ettikçe varlık kendini bize kapatır. Bir gülü hemen şimdi açmaya ve kokmaya zorlamak nasıl absürt bir çabaysa, varlığı şu veya bu gerekçeyle teslim almaya çalışmak da o derece anlamsız ve beyhude bir uğraştır.

Varlığın, bizim onun hakkındaki düşünce ve tasarruflarımızdan daha fazla bir hakikate sahip olduğu gerçeği, geleneksel metafiziğin temel ilkelerinden biridir. İnsan, kendisini aşan fakat aklını ve özgürlüğünü ortadan kaldırmayan bir gerçekliğin parçası olduğunu kavradığı ve teslim ettiği zaman varlıkla ve kendisiyle barışık hale gelebilir. Bu yaklaşımın medeniyet tasavvuru ve yaşam biçimlerimiz için ne tür sonuçları olduğunu kitabın ilgili bölümlerinde ele alacağız. Şu kadarını burada ifade etmekte fayda var: Varlık tasavvurumuzda ve dünya görüşümüzde köklü bir değişime gitmeden cari medeniyet anlayışının sorunlarını aşmamız mümkün değildir. Palyatif, parçalı ve yüzeysel çözümler sorunu çözmez, sadece erteler.

Bugün Batı’nın medeniyet adına söyleyecek sözü tükeniyor. İslam dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor. Küreselleşmeyi arkasına alan anti-realist ve rölativist akımlar, bütün söz söyleme iddialarını (büyük anlatıları), zamanı geçmiş efsaneler olarak mahkûm etme gayreti içinde. Sözün, manânın ve kıymetin yerini fayda, işlev, kâr ve çıkar alıyor. Madde âleminin içinde kısır bir döngüye dönüşen teknolojik ilerleme, insanlığın büyük medeniyet yürüyüşü olarak takdim ediliyor. Modern sanayi düzeni, Kral Midas’ın dilemmasıyla karşı karşıya. Dokunduğu her şeyin altın’a dönmesini isteyen Kral bile bir noktadan sonra bu isteğinden pişmanlık duymak zorunda kalmıştır. Neden? Altın’a karşı aşırı bir hırs içinde olan Midas, dokunduğu masa ve sandalyelerin som altına dönüşmesinden başta büyük memnûniyet duyar. Fakat yediği yemeğin, öptüğü çocuğunun altın’a dönüştüğünü gördüğünde dehşete kapılır ve derhal bu isteğinden vazgeçer. Madde hırsının kendi kendini yok etme noktasına geldiği yer de burasıdır.

Medeniyetin özünü teşkil eden medenîlik, insanın kendine ve evrene karşı takındığı ahlâkî ve insanî tutumları şekillendiren bir değerler manzûmesidir. Medenî olmayan toplumlar, medeniyet kuramazlar. Kurdukları şey medeniyet değil, ancak bir maddî-teknolojik tahakküm aracı olabilir. Çalışmamızın amaçlarından biri de medeniyet ve medenîlik kavramlarını emperyalist geçmişinden ve modern hegemonik çağrışımlarından kurtarmaya çalışmak olacak. Zira Aydınlanma sonrası Batı düşüncesinde medeniyet kavramı sömürgeciliğin öncü kolu olarak kullanılmış ve aslî manâsından koparılmıştır. Kavramın yeniden inşası artık bir zaruret haline gelmiştir.

Kendi medeniyet, hayat, tefekkür ve estetik değerlerine sahip olmayan bir İslâm dünyasının ne kendi sorunlarına sahih çözümler üretebilmesi ne de insanlığa bir katkı sunması mümkündür. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked