“İdea çevresinde dönüyoruz. İtikadın çevresinde dönülecek bir şey olduğu fikrinde karar kılmadık.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında BİLİM ÇÖLÜNÜN SERAPLARI başlığıyla çıkan 9 Cemaziyelevvel 1445 (22 Kasım 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ İsmetOzel?Id=201&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının IV. paragrafının sonundan ard arda iki cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.
“Alfred North Whitehead’in “Bütün Batı Felsefesi Platon‘a düşülmüş notlardan ibarettir” ibaresi sözü edilen Batı dünyasında bir zamanlar çok yankı uyandırdı. Söylenen sözde bir doğruluk payı olması bu yankıya yol açtı diyebilir miyiz? Bir bakıma, evet. Batı’da Batı’yı temsilen ortaya çıkmış her devlet şu düsturu takip etmiştir: Önce hâkimiyet, sonra mazeret. Yani önce bazı savaşçılar toplumun işleyişini sağlayan gücü ele geçirir ve sonra gücü niçin elde tuttuğuna dair bir mazeret uydurur. Güç gücün varlığından rahatsızlık duyanları tatmin etmediği için başkaları tarafından ele geçirilmeğe çalışılır. (…)”
“Niçin Aristoteles değil de Platon? Çünkü Aristoteles tetkik ve tasniflerinde müşahhas, elle tutulur şeyleri esasa almış ve bunun ötesini fizik ötesine havale etmiştir. Oysa Platon Sokrates maskesiyle kurduğu felsefede imkânın bütün sınırlarını zorlayarak insan açısından üst düzeyde bir uzlaşma alanının davetiyesini hazırlamıştır. Batı’nın arayıp da bulamadığı bir şeydi bu.”
“Metafizik halka sevimli gelecek bir biçimine ulaşma uğruna bir çaba göstermedi. Buna mukabil bilim metafiziğin büyü yaratan kısmını üzerine aldı. (…) Hıristiyanlığın XVll. yüzyılından itibaren bütün insanlığı harekete zorlayan bilimi bizi sazın tek teline muhtaç kıldığı için çöle benzetiyorum.”
“Hayatın her dalında iddia sahibi olma çabasındaki bilimin içinde kalarak alkış alabilmek için hep aynı telden çalmak zorundayız. Yine de bilimi çöle benzetmek cüretkârlıktır. Üstünde hiç vaha barındırmadığı halde her bakanda serap uyandıran bir verimsizlikten bahsediyoruz. Karl Marx ve Friedrich Engels 1848’de yayınladıkları Komünist Manifesto’da birçok Sosyalizm türünü sıraladıktan sonra kendi savunduklarına “bilimsel sosyalizm” adını münasip buldular. Laiklerin dünyasında bilimsel olmak bütün pisliklerden arınmağa yetiyordu. İşin asıl şenlikli kısmı seraplardır. (…)”
“Barbarlar işgal ettikleri toprakların kültürü tarafından emilirler. Dolayısıyla zaman içinde barbarlıklarından eser kalmaz. Ortaya çıkan yeni barbarlar medenileşmiş olanları mağlup ederek yönetmeğe başlar. Con Ahmet’in bu makinesi ilânihaye çalışır.” İbn Haldun’un bu teoriyi vazetmiş olması ve toplum olaylarına açıklık getiren birçok beyanda bulunması birilerinin onu İslâm’ın Marx’ı ilân etmesine sebep olmuştur. Marx’a peygamberlik payesi kolaylıkla verilmiştir. Verenler arasında Sir Muhammed İkbal de vardır. Charles Darwin’e yazdığı mektupta “Senin biologide yaptığını ben de sosyal bilimlerde yapacağım” diyen ve bir cevap alamayan Karl Marx’a peygamberlik izafe etmek ne türden bir akıl kimyasının eseridir? Bilimin kendinden menkul büyüsüne paçamızı kaptırdığımız zaman bu akıl kimyasının marifetlerinin kolayca kurbanı oluyoruz.
Sigmund Freud’un yazdıkları da hepimizin gözleri önüne seraplar serdi. Hepimiz kolayca bir çocuğun yetişme süresi boyunca sırasıyla oral, anal, fallik evrelerinden geçtiği tasvirine düşünce dünyamızda yer verdik. Dikkatimizi Freud ile Jung arasındaki zıtlaşmadan ne öğrenebileceğimize çevirdik. Hiçbirimizin aklına bütün olan bitenin Platon’un yazdıklarına düşülmüş notlar olduğu gelmedi. Üstelik Platon’un kapsayıcılığı felsefeyle de sınırlı değil. Bilim düşüncesi de Platonsuz edemiyor. İdea çevresinde dönüyoruz. (Başlığı alıntı olarak teşkil eden iki ard arda cümlenin bu yazıdaki yeri) “
No Comments