“İki Türkiye” nasıl ayrıştı ve kutuplaştı?
Yukarıdaki ifade aynen M. Şükrü Hanioğlu‘nun bugünkü yazısının (Sabah, 30.07.2017) başlığı. Sözkonusu yazının bazı satırlarını alıntılayarak bu değerli akademisyen ve entelektüelin bu konudaki bilgi ve düşüncesinden istifade edilmesini amaçladım.
“Cumhuriyet sonrası toplumumuzu, 1789 sonrasında şekillenerek II. Dünya Savaşı sonrasına kadar süren ve bilhassa 1879-1905 döneminde zirvesine ulaşan Fransız kutuplaşması için kullanılan “İki Fransa (les deux Frances)” kavramsallaştırmasından yola çıkarak “İki Türkiye” şeklinde tanımlamak anlamlıdır.
İlginç olan Fransa’nın tersine “kaynaşmış bir kitle” olduğumuza inanmaya çalışarak “İki Türkiye”nin varlığını şiddetle reddetmemizdir. (…) Charles Maurras da ülkenin “Laik Resmî Fransa” ve “Katolik Gerçek Fransa” biçiminde ikiye bölündüğünü iddia ediyordu. (…)
Söz konusu “sıcak savaş,” bir papazın çarpıcı anlatımını tekrarlayacak olursak, 1905’te “devrimci ve ateist Fransa’nın monarşist ve Katolik Fransa’yı ezmesi” ile neticelenmişti. Çetrefil bir gelişmeyi fazlasıyla kaba biçimde değerlendiren bu yoruma karşılık, kutuplaşma devam etmiş ve ancak II. Dünya Savaşı sonrasında ivmesi azalmaya başlamıştı.
Türkiye’de ise “İki Türkiye” bir asra yakın bir süredir çatışmakta, kutuplaşma şiddetlenmekte, buna karşılık bu olgu, “kaynaşmış kitle,” “birlik ve beraberlik” benzeri söylemlerle halının altına süprülmek istenmektedir. “İki Fransa” gibi “İki Türkiye” de şüphesiz arzulanan bir durum değildir. Ancak yapılması gereken istenmeyenin “inkârı” değil ona çözüm üretilmesi, onun söylem yerine gerçeklik düzeyinde “Bir Türkiye”ye dönüştürülmesidir.
(…) 1905 yılına gelindiğinde, laikliği “din ile çatışma, onu sıkı devlet kontrolü altına alma” olarak yorumlayan Üçüncü Cumhuriyet, pozitivist entelektüeller ile şehirli, sanayileşmenin yarattığı toplum katmanlarına dayanarak köylü, esnaf ve zanaatkârların temsil ettiği muhafazakârlığa karşı zaferini kazanmış ve Fransa’yı dönüştürme alanında kapsamlı adımlar atmıştı.
Fransa örneğinden derin biçimde etkilenen Türkiye Cumhuriyeti kurucuları da benzer bir dönüşümü gerçekleştirme iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Kurucu liderlerin Fransa ile Türkiye arasındaki toplumsal farklılıkları fazlasıyla küçümsedikleri ve söz konusu “dönüşüm”ü her toplumda gerçekleştirilmesi mümkün, mekanik bir toplumsal mühendislik faaliyeti olarak gördükleri ortadadır.
(…) Erken Cumhuriyet döneminde bir kutbun “kazandığı düşünülen zafer” algısı gerçekliği yansıtmaktan uzaktır. Tek Parti propagandası, diğer bir ifadeyle “resmî Türkiye” böyle bir tablo üretmiştir; ama bunun bir “olgu”yu vurgulamaktan ziyade güçlü bir “arzu”yu dile getirdiği şüphesizdir. (…) Bir kutbun sesini yükseltmesine izin verilmediği dönemde diğerinin “zafer” kazandığı zannedilmiş, ancak bu gerçekleşmediği gibi çatışma da küllenmemiştir. Türkiye koşulları “Üçüncü Cumhuriyet” tecrübesinin Anadolu’da tekrarını mümkün kılmamıştır.
(…) “İki Türkiye” bir kırılma noktasına ulaşamadan çatışmayı sürdürmüş, siyasal iktidarı kullanarak karşıt kutbun sesini kısmış, buna karşılık, farklılıklarını koruyarak içinde beraberce yaşayabilecekleri “Bir Türkiye” sentezine ulaşamamıştır. Dolayısıyla toplumumuzda bilhassa 2002 sonrasında ivme kazandığı gözlemlenen kutuplaşma yeni bir gelişme değil uzun bir sürecin farklı bir evresidir. (…) Böylesi bir noktaya gelinememesi çatışmanın ucu açık ve sonu gelmeyen karakter kazanmasına neden olmasına karşılık onun yoğunluğunu düşürmekte, 1905 Fransası dramatikliğinde gelişmelerin yaşanmasını engellemektedir. (…)
“İki Türkiye”nin varlığının kabulü, tarafların diğerini “dönüştürme” arzusunun çatışma ve zaman kaybı dışında bir getirisi olmadığını görmesi bu alanda atılacak ilk adım olmalıdır. Bunun sonrasında “Bir Türkiye” hedefine ulaşmak için neler yapılmasının gerekli olduğu ise bir diğer yazı konusudur.“
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/07/30/iki-turkiye-nasil-ayristi-ve-kutuplasti
No Comments