“İlahiyat kadroları akademik hedeflere yoğunlaşma vazifesiyle yükümlüdürler”

 

ÖMER TÜRKER‘in 2 aylık düşünce dergisi Teklif‘te (Mart 2023, Sayı 8) çıkan “Türkiye’de İlahiyatların ve İlahiyatçılığın Sorunları” başlıklı yazısından yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.119’un ortasından bir cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Yeni eğitim kurumlarının yanı sıra artık açıklama gücüne sahip bilimsel bilgiyi temsil etmek salahiyetini kaybeden medreselerin faaliyetine devam etmesi, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar klasik aklî ve şer’î bilimlerin yeni eğitim sistemindeki yerinin belirginleştirilmesini de zorlaştırmış hattâ medreselerin kısmen ilgisizliğe terkedilmesine sebep olmuş görünmektedir.”

“Türkiye’deki üniversitelerin sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi temel bölümlerinde yetişen insanların kahir ekseriyeti, klasik İslâm geleneğinin önde gelen şahsiyetlerinin teorileri bir yana isimlerini bile duyma imkânına sahip olamamıştır.”

“Türkiye’nin aydınları; İbn Sînâ, Fârâbî,Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî, İbnü’l-Arabî gibi filozof, mütekellim (kelâmcı) ve sûfîlerin görüşleriyle ilgilenmek, dindar veya muhafazakâr olmayı gerektiriyormuşçasına kendi mirasına karşı ilgisizliğiyle kimi zaman övünecek kadar bönleşmiştir. Bunun en önemli sonuçlarından biri, üniversite kurumunun toplumsal sorunlarla irtibatının tam olarak kurulamamasıdır. Münhasıran İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde Hilmi Ziya Ülken ve Nihat Keklik gibi hocaların gayretleriyle özellikle Türk düşüncesi kapsamında değerlendirilebilecek filozof ve sûfîlerin kısmen ilgiye konu olduğu ve bu bölümde bir İslam düşüncesi çalışmaları geleneği oluştuğu söylenebilir. Fakat bu da Türkiye’deki yükseköğretim sisteminin bilinçli bir şekilde sürdürülen genel tavrı dikkate alındığında oldukça sınırlı kalmıştır. Maalesef bu tavır, Türk aydınının geçmişle bağ kurma çabasını, bir dindarlık veya en iyi ihtimalle bir muhafazakârlık faaliyetine dönüştürmüştür. Tüm bu sorunlara ve yetersizliklere rağmen İlahiyatların klasik İslâm mirasını anlama, aktarma ve yorumlama noktasında epeyce mesafe kat ettiğini; felsefe, kelam, tasavvuf, fıkıh, tefsir ve hadis gibi temel alanlarda Türkçede muazzam bir birikim oluşturduğunu söylemek gerekir. Son yıllarda Türkiye’nin (bilhassa İstanbul’un) İslâm düşüncesi çalışmalarının merkezi olma noktasında hızla ilerlediği söylenebilir ve bu hiç tartışması İlahiyat fakültesi kadrolarının başarısıdır.”

“Türkiye’de iki yüz küsur yıldır devam eden iktisadî ve siyasî sorunların da etkisiyle yüksek öğretim sisteminin, Türk toplumunun tarihsel kökleriyle ve fiilen toplumsal sorunlarıyla irtibatının tam olarak kurulamamış olması gelmektedir. (…) Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de olduğu gibi üniversite eğitimi, uygulamada neredeyse zorunlu eğitimin bir parçasına dönüşme eğilimindedir ve bu durum yüksek öğretimi değer ve anlamdan yoksun bırakmaya doğru gitmektedir. Üniversiteye girişte uygulanan sınav sistemi, artık zihinsel gelişmeyi engelleyecek derecede hayatın merkezine yerleşmiştir ve bunun bir uzantısı olarak üniversitede okuyan öğrenciler de gün geçtikçe sınav-not-başarı üçgenine hapsolmaktadırlar. (…) Fakat sadece burada dile getirilebilenleri dikkate aldığımızda önümüzdeki yılların en ivedi sorunlarından biri, genelde eğitim ve öğretimi özelde yüksek-öğretimi yeniden yapılandırmaktır. (…)”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked