“İlahiyat: Yeni İdrâk Haritaları”
2 aylık düşünce dergisi Teklif‘te (Sayı 10 / Temmuz 2023) çıkan, Necdet Subaşı‘nın yazısının başlığını bu yazının da başlığı olarak alıntıladım.
Çocuk yaşlarımda ülkemizde sadece Ankara’da bir fakülte olarak bulunduğunu ve bir amcamın da orada yüksek tahsilini yaptığını bildiğim, ilk okulu bitirdiğimde bir öğrenim yılı yatılı olarak okuduğum Adana İmam Hatip Okulu’nda da amcam gibi o fakültede yüksek tahsillerini yapmış, okulun müdürü ve öğretmenlerini tanımıştım.
Sonradan Yüksek İslam Enstitüleri kuruldu; daha sonra da İlahiyat Fakülteleri az da olsa var oldu.
Necdet Subaşı’nın Teklif dergisinde çıkan bu yazısı, o fakültelerin ismi olarak çağrışım yapsa da, daha çok düşünsel bir ameliye olarak değerlendirilmesi gereken bir konuya, ilahiyat alanına dair. Bu yazıyı birkaç yerinden yapacağım alıntılamalarla ilgi duyanlara tanıtmağa çalışacağım.
Yazarın daha ilk iki cümlesi düşündürücü: “İlahiyat alanını, modern Türkiye’nin laik-seküler beklentilerinden bağımsız olarak ele almak her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Oysa ki ilahiyat, genelde Tanrı üzerine detaylandırılmış; problematik eksenli ve nihayetinde onun yeri makûlleştirme çabası içinde ilerleyen düşünsel bir ameliye olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede ilahiyat, başından beri felsefenin temellendirmeğe çalıştığı metodoloji, arayış ve bilgi içinde kadîm bir disiplin statüsüyle bugünlere kadar gelmeyi başarmış özgün bir tefekkür geleneği olarak tanımlanabilir. İlahiyatın çoğunlukla teolojiyle özdeşleştirilerek okunabilecek geleneksel yapısı, Tanrı’yı evren içinde kozmik (kevnî/ uzaya ait) ve metafizik bağlamlarıyla birlikte müzakere etmektedir. Bu yönüyle vahiy, Tanrısal bir beyanı ifade ederken; ilahiyat ya da teoloji ise insanî bir çabayı yansıtmaktadır.”
“Modern Türkiye’de ilahiyat, dinin sosyo-kültürel bağlamlar içindeki kurucu ve bağlayıcı ağırlıkları nedeniyle genellikle ilgili alanın nasıl ve ne şekilde deruhte edileceğine (üstlenileceğine), yönetileceğine dair bir düzenleme fikri içinde ele alınmıştır. Böylece dinî bilgi, müfredatından öğretim biçimlerine kadar pek çok yönünü ihata eden genişliğiyle gündelik hayattaki konumu, üstlendiği statüler ve işleyişine aracılık eden rollerin tanzimi gibi pek çok hususla ilişki içinde müzakere edilmektedir. Bu yönüyle vahiy, Tanrısal bir beyanı ifade ederken; ilahiyat ya da teoloji ise insânî bir çabayı yansıtmaktadır.
İslâm ilahiyat okullarının hemen hepsinde insan ve Tanrı arasındaki bağların, ilişki ve mesâfenin neliği ve niteliği üzerine pek çok argüman dile getirilmiştir. Bu bağlamda söz konusu ekoller, gündelik hayatın teolojik açıdan inşasında, varlık dünyası temelinde insanı ve Tanrı’yı sorgulamağa fırsat veren denklemleri mütemadiyen anlamağa ve çözmeğe çalışmışlardır. Müslüman ilahiyatında tartışmasız birer referans kaynağı olarak kabul edilen Kur’ân ve Sünnet’e rağmen felsefenin gündeme getirdiği sorular etrafında açıklanmağa mahkûm bir konuma sürüklenen teolojik müktesebat (kazanımlar), felsefî ve kelâmî bir zeminde yeniden kurgulanmağa başlanmıştır. Bu nedenle de mesela fıkıhtan dinî kavrayışın maddî ve manevî temsillerine meşru bir yön kazandırması beklenirken; kelamdan da onu doğrudan teolojik geleneğin muhafızı kılacak bir şekilde dinî düşünce, inanç, itikat ve tefekkür zemininin tahkimine yönelik esaslı bir çaba beklenmiştir. (…) İslam’ın erken dönemlerinden itibaren Müslümanların dinî tefekkür dünyasında yer bulmağa başlayan düşünce odaklı problemlerin bildik ana kalıp söylemlerle temas içinde açıklanması zamanla zorlaşmağa başlamıştır. (…) Dinin gündelik tasavvurunu hayatın içinden gelen sorular etrafında temellendirmeğe zorlanmayan ilk Müslüman kuşağın aksine, yeni dünyayı ekstrem (uç) konu ve gündemleriyle birlikte izleyen sonraki kuşaklardan itibaren teolojinin içerik ve müfredatı da değişmeğe başlamıştır. (…) Felsefenin giderek Müslüman tefekkürünün esaslı bir parçası olarak ilgi görmesine paralel olarak da kelamla birlikte İslâm düşünce dünyasının bütünlüklü bir dilini var etmede ortak sorumluluklara yol almakta zorlanmamışlardır. (…) Bu süreçte felsefe, İslâm’ın hizmetkârı olarak ihtiram görürken; kelam da onun muhafızı sıfatıyla kabul görmüştür. İleride Gazzâlî’ye inisiyatif aldıranın ve onu felsefenin yerini belirleme noktasında harekete geçirenin bu olduğu söylenebilir. (…) İlahiyat alanının sadece Tanrı bilgisi etrafında oluşan bir entelektüel hareketlilik olmadığını, aksine bütün bu tasavvur edebiyatının sonuçta sosyal gerçeklik dünyasının temel unsurlarını anlamlandırmada kurucu ve besleyici referans seti olarak işlev gördüğünü de belirtmek gerekir.
Fıkhın hayatın işleyişini bir hükme bağlamadaki olağanüstü çabası içtihatla nefes alırken; kelamın müteâl (aşkın, yüce) anlamı yakalama ve tutarlılık düzeylerini güçlendirme konusundaki gayreti de felsefenin hatırı sayılır katkılarıyla yol almaktadır. Böylece ilahiyat rasyonel ve irrasyonel arasında ‘zoraki’ bir uyumluluk aramayı değil içkin ve aşkın arasındaki zaten var olan ilâhî dengeyi dile getirmeyi ve açığa çıkarmayı kendine vazife bilmiştir. (…)”
No Comments