“İnsân-ı Kâmil” adlı kitaptan (Müellif: Abdülkerim el- Cîlî, Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yay. Haz.: Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yay., 4.Baskı 2015) alıntılar

 

“İnsanı hakikatte hayrette bırakan ve kimsenin görmediği büyük beyaz bir kuştan ibâret olan o Anka’nın altıyüz kanadı ve yukarıya i’tilâ (yükselme) için bin aded âlet-i tayerânı (uçma âleti) vardır. Haram onun yanında mübâhdır.” (s. 44)

“Sıddîk-ı Ekber’in ‘İdrâkden aczi idrak, bir nevi idraktir’ demesi yerindedir.” ”Diğer bir rivayette Hz.Ebû Bekir’in ‘İdrâke ulaşmaktan acz, idraktir’ manâsında bir sözü de vardır.” (s. 46)

“İnsân-ı Kâmil’in izâhâtı (açıklamaları) olmadıkça müşârun ileyhi (kendisine işaret olunanı) halletmek mümkün olmadığı gibi, Hak Teâlâ ve tekaddes hazretlerini de esması ve sıfatı (isimleri ve sıfatları) yönünden başka suretle marifete (tanımaya) yol yoktur. Kul ilk önce Hakk’ı, mutlak sûretde, isimleri ve sıfatlarında görüp, ondan sonra muhakkak surette olarak Zâtı tanımaya terakkî eder.” (s. 48)

Hakk’ı tenzih et; tenzîh Hak için vacibdir, zât itibariyle. / O’nun hakikatini ne hâzır, ne gâib, ne âkil, ne gafil anlamıştır. ” (s. 51)

“Ey hakikat talibi bil! Mutlak zât, esmâ ve sıfâtın (isimler ve sıfatların) vücudda (varlıkta) değil, belki taayyünde (belirmede) aslı ve müstenidün ileyhi (kendisine dayandırılanı) olan şeydir. Her isim yahut sıfat ki, bir şeye istinad etmiştir, işte o şey Zât’tır.” (s. 52)

“(…) Hâlbuki Zât- ilâhînin vücudda (varlıkta) ne münâsibi, ne mutâbıkı, ne de münâfîsi (karşıtı) vardır. Bundan dolayı ıstılâh nokta-i nazarından (açısından) onun manâsı için kelâm ve ifâde yoktur. Bunun içindir ki, halk için onu idrâk zarûrî muntefîdir( zorunlu yok olan). Zâtullah hakkında mütekellim (söz eden) sessiz, hareketli, sâkin bakan, mebhûttür(hayrette/şaşkın). Ukûl (akıllar) ve efhâmın (idrakler) onu idrâke kudreti pek kalîl (zayıf) ve idrâk ve efkârın (fikirler) Zâtullâh’da cevelânı (dolaşma) ecell-i celîldir (pek yüce). Künhüne hadis ilmi ve kadîm ilim taalluk edemez (ilişemez). En küçük ve en büyük tarifler onu toplayamaz. (…)” (s. 53)

“Allah Teâlâ’nın zâtında isimlenmesi sırf varlıktır. (…) Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerine ma’rifetin yolu, isimleri ve sıfatlarındadır. Çünkü isimleri ve sıfatlarının hepsi bu Allah isminin altında dâhildir. Bundan dolayı isimler ve sıfatların aracılığı olmadıkça Hakk’a ulaşmanın mümkün olmadığı âşikârdır. Bu izahdan Allah Teâla’ya bu isim, yani Allah ismi yolundan başka yol ile ulaşma yoktur. Hakikatle tahakkuku itibariyle varlığa varlık kazandıran, bu Allah ismidir. (…)” (s. 62)

Cenâb-ı Hak Kur’ânda “Allah velîden ibarettir.” (Şura, 42/28) buyurmuştur. Bununla kâmil insan kasd olunmuştur. Bunlar hakkında Cenâb-ı Hak yine Kur’an’da “Evliyâ için ne korku, ne de hüzün vardır.” (Yûnus,10/62) buyurmuştur. Çünkü Allah ‘Veliyyu’l Hamîd’ dir.” (s.69)

“Şurası da bilinsin ki, fiillerin tecellisine mazhar olanların makamı ne kadar büyük, merâmı ne kadar celîl (yüce) olsa da, yine bunlar işin hakikatinden perdelidirler. Bunların Hak’tan fevt ettikleri (kaçırdıkları) şey nâil olduklarından daha büyüktür. Çünkü Hakk’ın fiillerindeki tecellîsi, isimleri ve sıfatlarındaki tecellîlerine perdedir. Fiillerle ilgili tecellilerden bu kadarını zikretmek yeterlidir; çünkü o tecellîler pek çoktur.” (s.117)

“Bazılarında da tecelli, Hakk’ın ‘Hak’ ismiyle vuku bulur. O kimsenin bu tecelliye erişme yolu da şu sûretledir; Cenâb-ı Hak o kimseye ‘Gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanları biz hak ile yarattık.’ (Ahkâf, 46/3) âyet-i kerîmesindeki Hakk’ın hakikat sırrını keşf eder (açar). Bu sûretle Hakk’ın Hak ismi açısından zâtı o kimseye tecelli edince, halklık o kimseden fânî olup zâtın mukaddesliği, sıfatların münezzehliği olarak bâkî kalır. (…)” (s.120-121)

“Cenâb-ı Hak o kimseye ‘Ona ruhumdan üfledim.’ (Hicr,15/29) âyetinin sırrını açarak, o kimseye ruhun nefsinden başka bir şey olmadığını bildirir. Rûhullâh ise mukaddestir, münezzehtir. İşte bu müşahedede Hak o kimseye ‘Kuddûs’ ismiyle tecelli eder. Kullardan bir kısmına da Hak ‘Zâhir’ ismiyle tecelli eder. Bu müşahedede Hak ‘Zâhir’ ismiyle tecelli edince, kul Hakk’ın varlığının zuhurunda, halkın fâni ve bâtın olduğunu anlayarak, Hak zâhir ve kul bâtın olur.” (s.121)

Bunlardan bir kısmına da Hak ‘Bâtın’ ismiyle tecelli eder. Bunda erişme yolu şudur: Bu kısımdan olanlar keşfinde şeylerin Allah ismi ile kıyâmını, Hakk’ın şeylerin bâtını olduğunu anlar. Batın ismiyle Hak ona tecellî edince Hakk’ın nûrunun zuhuru ile kul muntamis (belirsiz) olur. Hak onun için bâtın, o kul Hak için zâhir olur. (…)” (s.121)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked