“İnsân-ı Kâmil”den (Abdülkerîm el Cîlî’nin eseri, Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun; Yay. Haz. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yay.,4. Baskı: 2015) alıntılar
“Varlık, özü ve hakikati itibariyle bir ve aynı şeydir. Kesret (çokluk) ve taaddüd (sayısı artma) ise izâfîdir. ” (s.14)
“İlâhî zât ya da mutlak Varlık, ilâhî sıfatların ‘ayn’ıdır (hakikati).” (s.14)
“Varlık meselesindeki en önemli kavramlardan birisi ‘ulûhiyet’dir. Cîlî’ye göre varlıkla ilgili hakikatlerin toplamından ibarettir. Diğer bir ifadeyle tüm ilahî ve kevnî (kozmik) mertebeleri içine alan bir hakikattir. Ayrıca, ulûhiyet zâtın en büyük mazharıdır (zuhur yeri). (s. 16)
Cîlî’ye göre Mutlak Varlık mutlaklığından taayyün (belirme) ve tenezzül (inme) ettiğinde üç aşama söz konusu olur: ilk aşama ahadiyet olup, bu mertebede zât tüm itibar, nisbet, izafet, isimler ve sıfatlardan münezzehtir. Sadece ahadiyet ile nitelenir.
İkinci merhale veya tecellîde Bir olan zâta gâib zamiri ‘hüve’ ile işaret edilir.
Üçüncü aşama, zâtın varlıklar sûretinde zuhur etmesi / belirmesi /taayyünüdür. Hakk’ın halk sûretinde tecellîsinden ibarettir. Ulûhiyette bi’l-kuvve (potansiyel olarak) mevcut olan bu kemâlât, bu aşamada bi’l-fiil mevcut olur; ma’kûl (akla uygun) olan, haricî âlemde belirmiş /müteayyin olur. (s. 16)
Cîlî, bu ontolojik kuramlardan İnsân-ı Kâmil kuramını oluşturmak için yararlanır. Bu doktrinin özeti şudur: İnsan, Allah’ın hariçteki en mükemmel mazharı, Allah’ın kendi sûretinde yarattığı varlık, ve Hakk’ın kendisinde isim ve sıfatlarını gördüğü aynadır. Âlemdeki her şey Allah’ın bir sıfatının veya herhangi bir isminin tecellisine mazhar olabilmişken, Allah’ın kendi sûreti üzerinde yarattığı insan Allah’ın birbirine zıt bütün isim ve sıfatlarını toplayıcı olan bir mazhardır. (s. 16-17)
Her insanın bi’l-kuvve sahip olduğu bu imkân, sadece Kâmil İnsan için bi’l-fiil mümkündür. Bu itibarla Kâmil İnsân, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bi’l-fiil kendisinde tahakkuk ettiren varlıktan ibarettir. Bu da sadece Hz. Peygamber’e has bir imtiyazdır. Kendisinden önce veya sonra yaşamış bir nebî veya veliye bu ismin verilmesi vekalet yoluyladır. (s. 17)
İbnü’l-Arabî’de olduğu gibi Cîlî’nin görüşü de İnsân-ı Kâmil’in varlığın başlangıcından ebediyete kadar tek olduğudur. Sûretleri itibariyle ise çoktur ve her zamanda o zamanın sahibi sûretinde zuhur eder ve onun ismiyle isimlendirilir. Ancak gerçek ismi Muhammed; künyesi Ebu’l-Kasım, özelliği ise ‘Abdullah’dır.” (s. 17)
No Comments