“İnsan kendi elinden çıkmadır.”

 

Ezel Erverdi tarafından hazırlanan Orhan Okay Kitabı’nın (dergâh yayınları) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (ilki de başlığı alıntı olarak teşkil etti) oluşturacak bu yazıyı.

“Şimdi bazı hocalarım kadar minnetle andığım bir arkadaşımdan bahsetmem gerekiyor. Benden bir sınıf küçüktü ama ben bir yıl kaybedince sınıf arkadaşı olmuştuk. Fizikî yapısı, yürüyüşü ve şivesiyle, hatta adıyla tipik bir Karadenizli olan Dursun Tosun’un, emsâli arasında iki önemli meziyeti vardı. Harita çizimi çok güzeldi; şekilleri, renkleri, enlem ve boylam çizgileriyle adetâ bir atlas gibi harita çiziyordu (sonra ondan bu harita defterini aldım ve hâlâ saklarım). İkinci meziyeti ise eski harfleri okumasıydı. Belki çevremizde Kur’an okumasını bilen gençler vardı ama eski harflerle Türkçe okuyan var mıydı, bilmiyorum. (Burada bir not düşmeliyim. Rahmet olsun, babam Orman Mühendisi olarak çeşitli iller ve ilçelerde Orman İşletme Müdürlüğü yaptı, daha sonra da Orman Genel Müdürlüğü müfettişi olarak görev yaptı. Özellikle teftişe çıktığında teftiş notlarını, ifadeleri eski yazıyla kolayca ve hızlıca not alır, onları eve dönünce daktiloda yazarken (latinize olarak) bana bazı kelimelerin güncel anlamlarını sorardı. O eski Türkçeyle hızlıca ama güzelce yazdığı notları görürdüm.) Dursun tarihe meraklıydı. Efdaleddin’den Ahmed Refik’in külliyatına kadar eski harfli bir yığın kitabı vardı. Evlerimiz yakındı. Gidip gelmeye başladık. Bana da eski harfleri bir elifbadan o öğretti. Bu, Hattat Hâmid’in hazırladığı, Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait resimli elifbalardan biriydi. O elifbayı da sakladım ve benden sonra çevremdeki pek çok kişiye oradan öğrettim. Sonra Dursun’dan bir adım da ilerleme imkânım oldu. Amcamın Çarşamba’da, Karakol’un hemen yanında bir helvacı dükkânı vardı. Orada dükkânın bir köşesinde mahallenin bir veya iki çocuğuna Kur’an okumayı öğretirdi. Benim eski harfleri öğrendiğimi duyunca yazmayı da öğretmek istedi. Bir defterin sayfa başına o bir satır yazıyor, ben sonuna kadar onu taklit ederek dolduruyordum. (Bu arada yine amcamın himmetiyle Kur’an okumaya da başlamış ve son üç cüzü tamamlamıştım). (…) Böylece ortaokulu bitirirken eski harfleri kolay hatta süratle okuyup yazıyor, bazı Osmanlıca iştikakları (kökbilgisi / türetme), kurallarını bilmeden karîne (ipucu, emâre) ile çıkarıyordum. (…) Kendimi Türk edebiyatının okunduğu bölüm için hazırlıyordum. (…) Emniyet siyasi şubede polis olan babamın toplatılmış kitap ve dergilerden eve getirdiği San’an Âzer’in İran Türkleri, Faruk Gürtunca’nın Bu Arslana Dokunmayın gibi kitaplar belki yasaklığı dolayısıyla daha da ilgimi çekiyordu. (…)”

“… Necip Fazıl’ı da ilk defa iskeleye bitişik gazinoda, kadınlı-erkekli küçük bir topluluğun içinde gördüm. Kısa kollu bir gömlek, galiba açık renk bir pantolon, boynunda bir fular, tiril tiril, şık bir kıyafetle, her zamanki gibi konuşmanın merkezi, mübalağalı jest ve mimiklerle anlattıklarını dinletiyor, bazen âdeta patlayan kahkahalarla güldürüyordu. Şimdi düşünüyorum ki o zaman epey gençti, otuzbeş yaşlarında filan olmalıydı. Ama Çengelköy’de hemen herkes onu tanıyordu. (B.B.İ.,s. 272)

1946 yılı içinde amcamın dükkanına gelip giden, belki bir süre evvel ondan Kur’an okumayı da öğrenmiş olan, o sırada Arap-Fars Filolojisi öğrencisi Mustafa Sabri Sözeri’yi tanıdım. Onun aracılığı ile o yılın sonunda Kapalı Çarşı içindeki mescitte bir Cuma namazını kılmaya gittiğimde Serezli Hasip Efendi’yi dinledim ve o gün mescidin merdivenleri dibinde, üniversiteli gençler arasında ayaküstü sohbete dalmış olan Nurettin Topçu’yu da tanıdım. Birkaç ay sonra, 1947 Mart’ında Hareket dergisinin yeni serisi çıkmaya başladı. Büyük Doğu ve Hareket dergileri arasında, Hareket‘e daha yakın, İslâmî değerlerin ön planda geldiği bir milliyetçilik anlayışı bende yerleşmeye başladı. Yine Sabri Sözeri’nin sevkiyle uygun günlerimde Hareket‘in basıldığı Burhanettin Matbaası’nda derginin tashihlerini yapmaktan, böylece arada bir olsun Nurettin Topçu ile karşılaşmış ve onu dinlemiş olmaktan haz duyuyordum.”

“Vefa Lisesi’ne bu birikimimle geldim. Edebiyat derslerim yanında Fransızcam da iyiydi. Bununla beraber ilk sınıfta Necati Bey’in, ikinci sınıfta Samih Kuman’ın edebiyat derslerinde kendimi gösterdiğimi söyleyemem. Aslında psikoloji öğretmeni olan ve biraz mutasavvıf-meşrep olduğunu sezdiğim Fransızca hocamız Zeki Orçam’la ve dersiyle aram daha iyiydi. Bu arada aynı lisede felsefe derslerini veren Nurettin Topçu ile dergi ve zaman zaman gidebildiğim Kapalı Çarşı’daki mescit dolayısıyla daha sık görüşebiliyordum. Bazen lisede konferansları da oluyordu. Vefa Lisesi’nin, vaktiyle okulun mescidi olan güzel bir kütüphanesi ve eski harfli epeyce kitabı da vardı. Adaşım olan memuru ile aram iyiydi. Bir defa fiş kataloğunda adına rastladığım el yazması bir Leyla ve Mecnun‘u istedim. İlk karşılaştığım yazma budur. (…) Daha fazla yıpratmamak için yazmadan vazgeçtim. Köprülü’nün İlk Mutasavvıflar’ını teneffüs aralarında ve öğle tatillerinde okumaya başladı. Ne kadar anladım, nereye kadar geldim, hatırlamıyorum.”

“Vefa Lisesi Mezunları Derneği’nin Eminönü Halkevi’nde verdirdiği bir dizi konferansı takip ettim. Bunlar arasında Süheyl Ünver de vardı.

Yalnız o konferanstan aklımda bir cümlesi manâ olarak kalmıştır. Ben yürürken zamanımı iyi kullanmak için hep düşünmeyi tercih ederim. demişti. Daha sonra Süheyl Ünver’in hizmetlerini ve çalışmasının mahsullerini gördükçe bu sözünün manâsını daha iyi anladım.”

“Ben Süheyl Ünver’in yakınında bulunma bahtiyarlığına eremedim. Ama onunla tamamen tesadüfi olarak yaptığım iki seyahat bana hayatımda unutamadığım bir haz vermiştir. 1957 yazında toplanan TDK’nun kurultayında, Tüzük Komisyonu’nda beraberdik. Galiba hiçbir konuşmaya katılmamıştı. Kurultay dönüşünde trenin aynı kompartımanına düştük. Bu tarihten bir veya iki sene sonra da Mudanya’ya giden bir vapurda yine beraber olduk. İntibalarım, dinlediklerim bu iki yolculuğun muhassalasıdır. Hangisinde neleri konuştuk bilmiyorum. Yalnız bildiğim, şimdi kıymetini düşünemeyeceğimiz her nesnenin bir gün müzelik değer taşıyacagına, her yazılı evrakın arşiv malzemesi olacağına beni inandırmasıdır.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked