“İnsana insan adının verilmesinde içerilen en özel ve aslî vasıf, onun kendisi ve başka nesnelerin var olduğuna ilişkin idrak ve farkındalığıdır.”
Bu yazının başlığını oluşturan cümle Ömer Türker‘in “Pratik Felsefenin Yeniden İnşası Ahlâkîliğin Doğası” başlıklı kitabından (Ketebe Yayınları 1.Baskı 2021) bir alıntıdır (s. 27). Bu cümleyi ifadeye nasıl gelindiğine dair birkaç alıntı: “Varlığın saflığına doğru ilerledikçe benlik de saflaşır ve yalın bir birlik idrakine dönüşür. Bu demektir ki insanın varlığın muhtelif tahakkuklarını kavraması, aynı zamanda birliği kavraması demektir. (…) Yani Sadreddin Konevî‘nin dediği gibi insanın birliği (vahdâniyet) ve tekliği (ehadiyyet), varlık anlamının birlik ve tekliğini kavramayı hem mümkün kılar hem de süreç içinde insanın kavradığı şeyle özdeşleşerek kavradığı şeyi olduğu şeye dönüştürür. Nitekim Sadreddin Konevî insanın varlık hakkındaki tümel bilgisini yine insanda var olan mutlaklık yönüne dayandırır ve varlık olmak bakımından varlığın mutlaklığı ile insanî öznede gerçekleşen özel varlığın mutlaklığı arasındaki münasebete ‘özel yön’ (el-vechu’l- hâs) adını verir. Konevî’nin metafizik bilginin temeli olarak vazettiği bu özel yön, ancak idrak eden bir öznede bilgi ve davranışa kaynaklık edebileceğinden, ahlâkîlik vasfının insanın hem benlik ve mutlaklık idrakine dayandığını hem de bu idrakle birlikte evrildiğini gösterir.
(…) Kuşkusuz benliğin bireyi aşan toplumsal bir yönü vardır ve bu yön dikkate alınmadan ahlâkîlik vasfı hakkında söylenenler önemli ölçüde yüzeysellik ve sahtelikte ısrar etmek olur. Fakat bu kitabın üçüncü bölümünde geleceği üzere ahlâkî eylemler söz konusu olduğunda benliğin toplumsallığı, bireyin idraki ve tercihleri tarafından dolayımlanır.
Şu halde insana insan adının verilmesinde içerilen en özel ve aslî vasıf, onun kendisi ve başka nesnelerin var olduğuna ilişkin idrak ve farkındalığıdır. Kuşkusuz bu varlık farkındalığı, insana varlığın değişik durumları arasında tercih yapma imkanını bahşeder. (…) Tercih aslında sadece insanın değil, hayvanların da yapabildiği bir eylemdir. (…) İnsanî tercihi diğer canlıların tercihinden ayıran şey, insanın varlığa ilişkin farkındalığının iyi ve kötü idrakini zorunlu olarak içermesidir. Burada iyi ve kötü, (…) asıl itibariyle insanın şimdi ve geleceğini kuşatacak şekilde ‘kendisi içinlik’ anlamına gelir. (…) İyiyi bilmeden bir fiilin iyi olduğunu, kötüyü bilmeden bir fiilin kötü olduğunu bilemeyiz. Bu anlamda iyi ve kötü bilgisi öylesine kaçınılmazdır ki iyi ve kötüye dair ne denli kuşku oluşturursak oluşturalım kelimenin hakiki anlamıyla kendimizi kuşkunun içeriğine ikna etmeyi başaramayız. Çünkü bildiğimizi bilmiyormuş gibi davranamayız. Bu anlamda varlığın farkına varmak, varlığın çeşitli durumları arasında tercihi, iyi ve kötü idraklerini zorunlu kılar. (burada koyu yazma bana ait) Böyle olduğu ölçüde tercih, kaçınılmaz olarak özgürlüğe kapı açar. Çünkü iyiyi iyi olduğu ve kötüyü kötü olduğu için tercih edebilmek, mevcudu değil, varlık anlamını idrak etmekle gerçekleşir. Dolayısıyla varlığın bilgisi benliğin bilgisini, benliğin bilgisi tercihi, tercih ise özgürlüğü zorunlu kılar. Bu demektir ki insanın özgür iradesiyle meydana getirdiği bütün davranışlar, varlık durumları arasında tercihte bulunmak bakımından iyi ve kötü nitelemesine konu olur. Diğer deyişle insan, yansıttığı davranışlara iyilik ve kötülük anlamını katar. Bunu mümkün kılan şey, insanın kendi varlığına ilişkin farkındalığı olduğundan ahlâk, insanın kendisine ilişkin farkındalığını gerektirir. Kendi varlığının farkında olmayan ve kendisini başka nesnelerden ayrıştırma özelliğine sahip olmayan bir nesnenin ahlâklı olmasından bahsedilemez. Bu bakımdan insan, irâdî davranışlarını gerçekleştirirken insan olmaya ilave herhangi bir sıfatla nitelenme ihtiyacı duymaz. Dolayısıyla insanın şu veya bu şekilde irâdesiyle gerçekleştirdiği herhangi bir fiilin iyi ve kötü yüklemlerinden yoksun kalması mümkün değildir.
Bir fiilin ahlâkîlikle nitelenmesi de iyi ve kötü yüklemleriyle nitelenmesi olduğuna göre insanın ister salt insan olmasından kaynaklansın ister belirli bir sıfatla nitelenmesinin ardından yapılsın iradî olarak gerçekleştirdiği bütün davranışlar ahlâkîlikle nitelenmeğe elverişlidir; hatta ahlâkîlikle nitelenmek zorundadır. Bu durum ahlâkî yüklemin insanî varlık alanına ait bütün yüklemlerin temelinde olduğunu, başka herhangi bir yüklemle askıya alınamayacağını veya ikincil duruma düşürülemeyeceğini ve nihayet insanın irâdî varlık alanında nitelendiği bütün yüklemlerin bir yönüyle aslî ahlâkîlik yüklemesinin yeni bir taayyünü (belirmesi) olduğunu gösterir. (…) ” (Alıntılar : s. 25, 26, 27, 28’den )
No Comments