“Nerede olsanız, Allah bizzât sizinle beraberdir.”(Hadîd, 57/4)
Müellifi Muhyiddin İbnu’l- Arabî (d.560/1165 Mürsiye / İspanya, v.638/1240 Şam / Suriye), mütercimi ve şârihi (şerh edeni) Ahmed Avni Konuk (d.1285/1868 İstanbul; v. 20 Mart 1938) olan bu eserin yayına hazırlanması Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın(1937-1995) tarafından gerçekleştirilmiştir (M.Ü.İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları 1983 İFAV, 6. Baskı-2017)
Bu eserin IV. cild’inin başlarından yapacağım bazı alıntılamalar (bunlardan ilki s.29’dan Mevlânâ Câmî’ye ait “Kâinatta olan her şey vehim ve hayâl veya aynalardaki akisler, yâhut gölgelerdir” sözüdür.) Aynı anlamda İsmail Hakkı Bursevî’nin “Sâyedir bu mâsivâ yoktur vücûd-u müstakil / Hakkıyâ Hak ehli Hak’tan gayri vâra bakmadı” dizeleri ve Şeyh Gâlib’in “Tedbîrini terk eyle takdîr Hudâ’nındır / Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır” beyitlerinde geçen ‘gölge vücûd’, ‘hakikat’ cihetinden değerlendirilmelidir. (…) Yani ‘Mümkün vücûda(varlığa) vehim ve hayâller isnâdı hakikat noktasından doğru, his ve akla göre yanlış bir değerlendirme olur. Zira mutasavvıflara göre, her var olan şeyin hakikati Allah Teâlâ’nın ilminde olan taayyünün (belirme/zuhur) nisbetinden ibarettir. Tasavvuf terminolojisinde buna “ayn-ı sâbite” (değişmeyen /sâbit hakîkat), hepsine “a’yân-ı sâbite (sâbit hakîkatler) denir. Eşyânın (şeylerin) bu değişmeyen hakîkatleri hâriçte olan değil, Hakk’ın varlığı olan Hak Teâlâ ile sâbittir. Hâriçte gördüğümüz veya görmediğimiz (soyut ve somut kevnî / kozmik sûretler) eşyânın hepsi, akıl ve hissimize göre hiç şüphesiz hissedilir, mevcut ve sâbittir. Onu bu aşamada olumsuzlamak, yükümlülük, sorumluluk, günah, sevab, cennet ve cehennemi inkâr olur ki, İslâm’ın rûhuna aykırıdır.
‘Hakikat’ kelimesi “his ve akla” göre beyân edilmişse, varlığın birliği (vahdet-vücûd) anlayışının bundan farklı bir şey olmadığı açıktır. “Hakk’ın ilminde sâbit hakîkatler” kasdediliyorsa; Allah Teâlâ’da potansiyel olarak (bi’l-kuvve) mevcut olan kadîm (öncesiz) hakikatlerin, hâriçte bi’l-fiil mevcut hâdis(sonradan olan) varlıklarla ayniyyeti (tıpkısı olma) sözkonusu olur ki, bu kelâm âlimlerince de kabul edilmez.
Vahdet-i vücûd’a göre eşyâ Hakk’ın varlığıyla mevcut, kendi zâtıyla ma’dûmdur (yok olandır). Kelâmda ifade edilen Varlığın zorunlu oluşu ve varlığın mümkün olması tâbirleri de bu kabildendir. Yani zâtıyla mevcut olan Hak, zâtıyla yok olan halktır. Allah Teâlâ anlamca “Her bir şey helâk olucudur; ancak O’nun vechi(zât ve hakikati) helâk olucu değildir.” (Kasas, 28/88) buyurmuştur. (…) Mukayyed vücûd mutlak vücûdla kâimdir. Mukayyed olan vücûd taayyün (belirme) kaydından kurtulunca, mutlakın ‘ayn’ı olur. Hz.Mevlânâ Mesnevî‘sindeki beyitlerinde şöyle der: “O’nun zâtı katında hâlik, mevcut ve ma’dûm (yok olan) gelir; yokluk içinde varlık ise acîbdir (tuhaftır). (…)
Vahdet-i vücûd ehline göre, (Hadîd,57/4) anlamca “Nerede olsanız, Allah bizzât sizinle beraberdir”. Kaşânî bu âyeti şu tarzda açıklamıştır: “Allah Teâlâ sizin mazharlarınızda (zuhur yerlerinizde) ve siz O’nunla mevcut olduğunuzdan, nerede olsanız, sizinle beraberdir. (…)
Abdü’l-Kerîm Cîlî, İnsân-ı Kâmil isimli eserinde şunları söylüyor: “Cennet Hakk’ın ‘Mennân’ isminin, cehennem ise ‘Kâhir’ isminin mazharıdır. Allah Teâlâ cehennem ehli için azâbı onların tahammül edeceği bir tarzda yaratır. Aksi takdirde cehennem ehlinin helâk olması lâzım gelirdi. Allah Teâlâ bu kimselere azâbı tahammüle sebep olacak güçte yaratmıştır. “Onların derileri piştikçe, azâbı tatmaları için, derilerini yenileyeceğiz.” (Nisâ, 4/56) âyeti bunun delilidir. (…) Vücûdun yeniden inşâsı, rahmetin neticesidir. Allah Teâlâ “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’râf, 7/156) buyurmuş; “gazabım herşeyi kuşatmıştır” buyurmamıştır. Zîrâ Hakk’ın eşyâyı îcâdı, O’ndan hâs (özel) bir rahmettir. (…) ‘Rahmet’ Hakk’ın “Zâtî” sıfatıdır. Rahmân, Rahîm isimlerinin mukâbili olan ‘Gadbân’ ve ‘Gadûb’ isimleri yoktur. ‘Gazab’ ise adâletin bir gereğidir. Abdü’l-Kerîm Cîlî, ateş vücutta ârızî olduğu için, zevâlinin mümkün, aksi takdirde zevâlinin muhal; ve ateşin zevâlinden maksadın, kendisindeki yanma kuvvetinin yok olacağını söylüyor. Cîlî’ye göre cehennemin ateşi gitmemiştir; ateş hâlî üzere bâkîdir; fakat ateşten muazzeb olanlar rahata kavuşmuştur. Hz. Mevlânâ, cehennem ehlinin cehennemin içinde Hak’tan haberdar oldukları için, dünyadakinden daha hoş bir halde olacaklarını; dünyanın cehennemden daha hoş olmadığını söylüyor.”
No Comments