“İslâm’ı hayatınızın merkezine aldıysanız ilk öğreneceğiniz şey dünyaya safa sürmeğe değil, incinmeğe, daha açıkçası acı çekmeğe geldiğiniz olacaktır.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU ” üst-başlığı altında çıkan “NİÇİN BİZZAT KENDİMİZ YAZMADIK KENDİ ALIN YAZIMIZI VEYA YAZMIYORUZ?” başlıklı yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=130&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (onlardan ilki de yazının ikinci paragrafının ilk cümlesi olarak başlığını teşkil ediyor bu yazının) oluşacak bir yazı olacak bu.

” Okumakta olduğunuz yazının başında bulunan ve soru işareti ile biten cümlenin bir sual cümlesi olup olmadığını düşünmeniz mümkündür. Çünkü düşünebilirsiniz ki, mekteplerde tatbik edilen dilbilgisi gereği sonunda soru işareti bulunan her sözü sual kabul etmek size göre yerinde bir tutum değildir. Suali sual kılan şeyin soranın ulaşmak istediği bilgi olduğu fikrinde iseniz size sualmiş gibi yöneltilen şeyin içinin doldurulmuş olup olmadığına dikkat edeceksiniz. İçi doldurulmuş soru ne kadar sual kıyafetine bürünmüş olursa olsun onu gerçek bir sual saymamız bizi aldatabilir.  (…)

(Başlığı teşkil eden alıntı cümle) Beşeriyete mensup olan herkes bebeklikten çocukluğa geçerken önce iki ayağı üzerinde yürüme ve onu takiben konuşma marifeti edinir. Niçin böyle olur? Çünkü beşerin bir ferdi olmak demek önce direnmeğe ve atılım yapmağa elverişli bir donanım sahibi olmak demektir. Sonrası dile bırakılmıştır. Dilin düşünceyle ilişkisi hayatımıza biçim verir. Yürümeği ve konuşmayı öğrenirken acılarla baş etmeği de öğreniriz. Buluğ çağı hesap vermeği ciddiye aldığımız ve almamızı bize ikaz eden çağdır. O çağda içinde yer aldığımız kalabalığın değerleriyle ister istemez hesaplaşırız.  (…) 

(…) Kaç yaş yaşamışsak yaşayalım her sabah yeniden doğuyoruz. Yani hangi görece parlak döneme açık olursa olsun buluğ çağı bir dönüm noktası değildir. İnsanın ömrünün son ânına kadar tekrar doğma fırsatı kullanabilen yegâne yaratık olduğunu akıldan çıkarmamak lâzım. Allah’a kul olmanın ve ne istenecekse onu Allah’tan istemenin bereketine sığınarak her mesafeyi kat edebiliriz.

İnsan hayatı boyunca kat edilen her mesafe karşılaşacağımız soruların doldurulmasına yarar. Okumakta olduğunuz yazının başlığına bakalım: Niçin Bizzat Kendimiz Yazmadık Kendi Alınyazımızı Veya Yazmıyoruz? Bu suale bir karşılık yetiştirmeğe yeltendiyseniz işe insanın alın yazısı olduğu gerçeğinden hareketle başlayacaksınız. Yani sizin için sualin doldurulmuş olmasında bir mahzur yoktur. Doldurulmanın farkına varmışsanız muhatabınızı bir karşı sualle sıkıştırabilirsiniz: Beni niçin insanın alın yazısı olduğu kanaatini kabule zorluyorsunuz? Tuhaflık şurada: Kâinatı çekip çeviren bir ulu kudretin varlığını reddetseniz bile insanın alın yazısını reddedemezsiniz.  (…) Sonuç? İmparatorun tepkisi: ‘Voilâ l’homme’. Fransızca ifadeyi ‘İnsan dediğin budur’ diye tercüme edebiliriz. Napolyon tarafından takdir edilmeği bir kazanç sayıp saymamak da bizim karakterimizle alâkalı bir husus.

Toplum içindeki yerimiz neresi olursa olsun hepimiz hak ettiği kazançla ömrünü idame ettirmekle önüne çıkan fırsatı kazanca dönüştürmek arasında bir tercihte bulunuruz. Ne yönde ilerlersek ilerleyelim o bizim kaderimizdir. Yine de kaderimizin bizi cennetlik veya cehennemlik kılmayacağını akılda tutmalıyız. Ömrümüzü Allah’tan korkmak ve Allah’tan ümit etmek arasında geçirmeği vazgeçilemeyecek bir veri saymamız gerekiyor.  (…) “

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked