İslamın Mistik Boyutları
Annemarie Schimmel’in bu eseri ALFA yayınlarından ERGUN KOCABIYIK’ın çevirisi olarak Ocak 2018’de 1. Basımı yayınlanmış bir kitaptır. Bu yazı o kitabın birkaç yerinden yapacağm alıntılamalardan oluşacak.
İslâmın Mistik Boyutları’ nın birinci baskısından bir süre sonra Annemarie Schimmel bu dünyadan ayrıldı. Schimmel, sözcklerin kıyıdan fazla açılamadığı mistisizm deryasında yazı yazmanın neredeyse imkânsız olduğunu, hakikat yolunda yolculuğun konuşarak değil, “susarak” yapıldığını bilse de yaamını tasavvufu anlayıp anlatmaya adamış tm din ırmaklarının nihayetinde döküldükleri Esrâr Ummanına doğru küçük bir lisan sandalıyla yola koyulmuştu. Tasavvufun “kâl ilmi”, yani söze dayalı olmaktan çok “hâl ilmi”, yani yaşantıya dayalı bir alan olduğunu bilse de, onun üzerine düüşünmenin paradoksal bir şekilde yine de dil ile yapılacağının farkındaydı.bildiklerini kendine saklamak yerine binlerce sayfa yazarak başkalarıyla paylaştı. Kendi hakikatine âşık olanlardan birisiydi o da; kitaplarında sık sık alıntıladığı Mevlâna’ya ait beyitlerden birine başvuracak olursak, bu aşk bir zhirdir, ama bu zehirden daha hoş bir şerbet, bu zehrin yarattığı hastalıktan daha hoş bir sağlık olamaz. (Mesnevî, VI:599)
Onun bu son derece önemli eseri, Katolik bir mistiğin İslam gizemciliğini nasıl “içerden ve derinden bir bakışla” kavrayabildiğini göstermekle -her şey bir yana- tasavvufun dinler üstü yönünü gözlerimizin önüne serer. Bence Schimmel’i en önemli kılan yönlerden birisi budur. Schimmel, “Oryantalist” bir islam nosyonuna sahip olmadığından Türkiye’deki müslüman münevverler arasında her zaman saygı görmüş bir araştırmacıydı. Gerek ”yabancı bir konuk olarak” dinler tarihi okuttuğu ve Batılı ülkelerde bile kolay rastlanmayacak bir hoşgörü olarak değerlendirdiği Türkiye’deki hocalık yıllarında gerekse başka ülkelerdeki üniversitelerde yürüttüğü çalışmalarıyla sonraki yıllarda, derin kltürü, edebî hassâsiyeti, çok sayıda Doğu ve Batı diline vâkıf oluşuyla, dışında doğduğu ama erken yaşta kendini ”içinde” hissettiği bir dinî-tasavvufî kültürün yer yer unutulmaya yüz tutmuş değerlerini bizlere hatırlatması onun en çarpıcı özelliğiydi; çünkü salt bu özelliğinin bile, eserlerini okuyan -Müslüman olsun olmasın- pek çok “öğrenci” üzerinde etkili olduğu ve bu özel konumuyla Batı ile Doğu arasında bir tür “kültürel mütercimlik” yaptığı tartışılmaz bir gerçektir. Eylül 2004
No Comments