İsmail Kara’nın “Dağ Ne Kadar Yüce Olsa Portreler 2” kitabından (Dergâh Yayınları 1.Baskı Kasım 2020) özellikle merhum Selçuk Eraydın hakkında bazı intibaları ve verdiği bilgiler

 

” (…) Emin ve diri adımlarla yürüyor; geldiği yahut yere bastığı fark ediliyor. Yaşına göre genç ve dinç. Bu hususiyetleri sebebiyle hiçbirimiz ona diğer hocalarımız arasında İmam Hatip Okullarının ilk mezunlarından biri olarak bakamadık zannediyorum. Mütevazi mi yoksa vakur mu? Belki ikisinin arasında bir yerde… Kendisine mahsus mesafeleri var fakat çekingen talebelerin bile ona yanaşmasına mani olmayan türden bir mesafe bu. Görme, anlama ve tasnif etme kapasitesi yüksek olmakla beraber bu tarafı kendini hemen ele vermiyor. (…). Hoca masasına çıkıp oturduğunda o derste neleri anlatacağına dair yüzünde net işaretler yok gibi. Ders takrirlerinde kesinlikle meydan okumuyor, talebeye tahakküm etmiyor, acelesi de yok. Fakat konuşmaya ve anlatmaya her zaman hazır ve arzulu. Talebenin o yıllarda bitmek tükenmek bilmeyen sorularını ciddiye almaya ve cevaplamaya da…

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Tasavvuf Tarihi derslerimize gelen rahmetli Selçuk Eraydın hoca ile alâkalı ilk intibalarımı böyle aktarabilirim. (…)

“Yıllar sonra yaşadığım bir tecrübe beni o delikanlılık çağımdaki sûreti öne çıkaran cesur değerlendirmelerime götürdü. Bir tür hesap sorulmuş / hesaba çekilmiş gibi hissettim kendimi; hem de hiç beklemediğim bir zaman ve mekânda ve hocanın huzurunda:

Bandırma’da rahmetli derya-dil Ali Öztaylan ağabeyin devlet-hanesindeyiz. 80’li yılların sonları olmalı. Bir bayram ziyareti için ağabeyim Mustafa Kara ile birlikte Bursa’dan kalkıp gitmiştik. Nezahet ve nezaket içinde akıp giden sohbeti bir müddet sonra çalan telefon ikiye bölüverdi. Arayan bir başka Bandırmalı Selçuk Eraydın hoca imiş. Bir iki arkadaşı ile birlikte ziyarete gelmek için destur istiyorlarmış. Ne hoş tesadüf; bayramın bereketi artıyor diyorum içimden. Az sonra geldiler. Musafaha, öpüşme, tebrikleşme… O zaman herhalde 80 yaşlarında olan Ali ağabey yakınlarını kokluyor, derinden hissediyor, içine çekiyor. (…)

Mukabele Faslı bitti, hep beraber oturduk. Sohbet bereketliydi. Letafet, hüzün, derinlik, acı, tebessüm, hayret, zevk… birlikte, yanyana, içiçe gidiyordu. Birçoğumuzun Ali ağabeye sorup öğrenmek istediği meseleleri vardı. (…) Zaten Ali ağabeyin sohbet meclisinden hiç eksik olmayan Tahirü’l-Mevlevî, Erbilli Şeyh Esad Efendi, Süheyl Ünver, Mehmet Âkif, Rıza Tevfik, Hasan Basri Çantay, Ali Haydar Efendi, Mahir İz, Eşref Edip, Neyzen Tevfik… gibi zevat hatıra ve şahsiyetleriyle bir görünüp bir kayboluyorlardı. Ben de onları sormak, onlardan biraz daha mufassal haberler almak istiyordum. (…)

Rahmetli Selçuk hocanın gayreti ve sürati Mustafa Tahralı hocanın titizliği ile birleşince kültür hayatımız çok önemli bir tasavvuf yayınına ve külliyatına kavuştu. Merhum Ahmed Avni Konuk öteki dünyaya göçtüğü zaman geriye tasavvuf düşüncesi merkezli 40 ciltlik yayınlanmamış bir külliyat bırakmıştı. Kaderin cilveleri bu külliyatı iki meslektaşın; Selçuk beyle Mustafa beyin önüne getirdi. 4 cilt halinde yayınlanan Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi’ni beraber hazırladılar. Bu eserin 1. cildinin yayınını Dergâh Yayınları bünyesinde birlikte gerçekleştirdik. Eserin mali külfetini ticaretle de uğraşan Selçuk hoca karşılamıştı. O günlerden kalma ortak hatıralarımız şimdi kitabın sayfaları ve satırları arasından, sahiplerinden birinin göçmesinin hüznü ile acı tebessümler saçarak hareketleniyor… Ayrıca, bu tesadüf ve çalışmalar sayesinde; Tedbîrat-ı İlâhiyye gün yüzüne çıktı. Fîhi Mâ Fîh‘in yeni bir tercümesine daha kavuştuk. (…)

Bir mübarek zamanda, Miraç kandili gecesinde Selçuk bey Hakk’a yürüdü, urûc etti. Tarih 19 Aralık 1995. (…) Kader hükmünü icra edecekti ve etti. Kayda değmez bir trafik kazası ruhlar âlemine intikalinin yolunu açtı. (…)” (alıntılar s. 39, 40, 41, 47, 48’den)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked