“Türkçe yazılan şiirin imkânları dünyada niçin yankılanmadı?”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” serlevhası (üst başlığı) altında çıkan 13 Rebiül evvel 1442 (30 Ekim 2020) tarihli ve “Şiirle Ve Şiirden” başlıklı yazısından yaptığım alıntılamalar, o yazının bir cümlesini de başlığı olarak alıntıladığım bu yazıyı oluşturacak. Amacım, bazı yerlerinden alıntılar sunmakla,
ilgi duyabilecek kimseleri nâçizâne söz konusu yazıdan haberdar etmek ve yazının bütününü okumaya yöneltmek, ayrıca bu kadarıyla da kimi yazı meraklısı insanların bu değerli şair ve yazarın bu yazısı hakkında fikir ve kanaat sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Türk edebiyatının macerası gereğince bana ve yaşça bana yakın olanlara bir isim bulmak söz konusu olduğunda “LX Kuşağı” demek bazılarının hoşuna gitti. Keşke hoşa gittiği kadar gerçeğe de yakın olsaydı. Bizler, yani 60 Kuşağı olduğu söylenenler Alman üniversitelerinde patlak verip Paris’in çalkalanmasına sebep olan devrimci dalgadan muhteva itibariyle hiç etkilenmedik. Üzerimizdeki etki her iki dünya savaşının galipleri tarafından parlatılan etkiydi. Anglo-Amerikan şiirinin ve bilhassa T.S.Eliot ve Ezra Pound gibi modern şiirde devleşmeleri görünenlerin etkisi altındaydık. İyi ki de öyle olmuştu. Şiirin dayanağını akıl dışı bir sahada aramakla kalmayıp onu orada bulmak şair olarak elimizi kolumuzu serbest bırakmıştı. (…) Bütün bunlara rağmen şiirle doğan ve şiirden alınacak etki konusunda bu iki şairin sergiledikleri Batılı yazış alışkanlıkları düşünülünce eşsiz şeylerdi. (…) Medeniyetin ağırlığını ve hantallığını hissetme bakımından bu iki şairin üstlerine aldıkları çok yüksekte, paha biçilmez şeylerdi.

(…) İkinci Yeni’nin doğum yılları Türk aydını denilen fertlerin yalnızlık şiddeti altında bulunduğu yıllardı. Turgut Uyar bir gün bana: “Ne farkı var benim yazdıklarımla Sezai Karakoç’un yazdıkları arasında?” demek durumunda kalmıştı. Gerçekte her ikisi bambaşka tellerden çaldıkları için aradaki fark günden güne keskinleşti. Şiirin yeniden tanımına her günkünden daha büyük ihtiyaç duyuldu. (…) Türkçe yazılan şiirin imkânları dünyada niçin yankılanmadı? Türklerin ellerinde ne tuttuğu Hıristiyan XI. asrından itibaren kasıtlı olarak görmezlikten gelinir. Türkler herhangi bir vasıfları esas alınarak hesaba katılacak olursa Türk topraklarının yerküre üzerindeki vazgeçilmezliğine alan açılacaktır. Bu alan niçin açılmak istenmez? Çünkü açılırsa İslâm’ın Yahudi Messianizminin veya ihanetle temayüz etmiş Hıristiyan Patriği yakıştırmasının uzantısı olmadığı açıkça görülecekti. Üzerinde el çabukluğu gösterilmiş bu iki din karşısında İslâm söyleminin kaçınılmazlığı gayri-Müslim akıl üzerinde varlık kazanacaktı. Türkçenin bir şekilde en sağlıklı dil tecrübesi olmadığına ve bilakis hastalıklı olduğuna inanmak ve inandırmak İslâm düşmanlığının en esaslı kısmıdır.

Türk düşmanlığı ve İslâm düşmanlığı biri diğerinin yerini alabilecek iki şeydir. (…) Son zamanlarda karşımıza pek çıkmayan tanıdıklarımız hakkında şu sözü söylediğimiz olur: “Sırra kadem bastı”. Bunu söyleyişim Türkçe konuşmanın doğrudan ve dolandırmadan konuşmağa ne kadar yakın durduğunu ifade içindir. (…) Sırlara karışmak için az veya çok çaba harcamayız. Kolayca sırra kadem basarız. Yaşadığımız toprakların akıbetini bu toprakları yaşanmağa değer kılanların akıbetiyle kaynaştırmadan millet vasfı yaşayarak ne yaptığımızı, dünyada ne işle meşgul edildiğimizi bilemeyeceğiz. (…)

Kimin yurdunda yaşadığın kimin dilini konuştuğunla sıkı sıkıya bağlantılıdır. (…)

Türkler Osmanlı Devleti henüz hayal bile edilmeden yazılarına ve edebiyatlarına sahipti. Bazı tarih olaylarını dile getirmek için Selçuklu Türkü veya Osmanlı Türkü tabirlerine müracaat edildiğine şahit olmuşsunuzdur. Hem Selçuklular, hem Osmanlılar alnı ak insanlar olduklarını kabul ettirmek için İslâm’ın şerefini, Mekke ve Medine’nin emniyetini üzerlerine almışlardır. Yani Türk olma kavramı İslâm askeri olunduğunda anlam kazanıyordu. Hiçbir zaman karşımıza “Emevî Arabı veya Abbasî Arabı” tabirleri çıkmadı. Yirminci Hıristiyan yüzyılında Arap birliğini öngören fikirler gülünç duruma düştü. Ne olduysa oldu hadiseler İslâm düşmanlarının kaprisleri doğrultusunda aktı. Akışın ülke içinden müttefikleri vardı, halen var. (…)

Türkler tarih sahnesine çıkmakla dünyayı, Dünya Sistemi’ni, feodalizmi olduğu kadar kapitalizmi şaşkına çevirdi. Bizans feodalitesinin inşa etme sürecine girdiği feodalizmi işe yaramaz hale getirdi. Türklerin hâkim olduğu topraklarda arabalar değil atlar görülmeğe başlandı. Önce altyapı temin edildi ve onun üstüne kültür mü oturdu? Hiç öyle olmadı. Bir Yunus Emre’miz vardı ki helâl haram ayrımı yapmadan yaşayanları devre dışı bırakıyordu. Bizim, biz Türklerin şiirde bir pire sırt vermemiz sosyal düzeni İslâm lehine düzenlememize yol açtı. Geçimini dolambaçlı yollardan geçmeden sağlayamayanlar soluğu gayri-Müslim çevrede alıyordu. Öyle oldu.
(…)

Türkçe bilmek veya öğrenmek hiçbir tahsil görmüş insanın derdi olmadı. (…) Netice itibariyle Türkçe bilmek bir şahsiyet seviyesi ve sosyal statü hediye ediyordu. İnsanlar çıktıkları çevrenin şivesiyle konuşmaktan gocunmuyordu. Edebiyat şehir hayatında bir yönetme makamını işgal ediyordu. (…)

http://istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=1851&KID=79

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked