İsmet Özel’in “Üç Zor Mesele Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma” isimli kitabından (TİYO Yayıncılık II.Baskı Eylül 2014) alıntılar(1)
” (…) İnsanlığına müracaat edebileceğimiz bir ‘biz’ olduğuna inanmak istiyorum. Hele ki, okumaya niyetlendiğiniz satırların benim akim kalmış teşebbüsümü nakletmeğe yaramasını bilhassa istiyorum.
Zihnim buluğ çağımdan kırk yaşıma -demek ki, bundan otuz sene evveline- kadar intiharla meşgul olmaktan geri durmadı. Bir saplantıydı bu. Ne yaparsam yapayım kafamdan uzaklaştıramadığım, bana bu geçen müddet boyunca tırnaklarımı ve bıyıklarımın uçlarını ısırtan bir sabit fikirdi intihar; ama şimdi burada bahsettiğim başka bir şeydir. Akim kaldığını belirterek sözünü ettiğim teşebbüs intihar teşebbüsü değil. Tam tersine bu ilginç teşebbüsüm intihar karşıtı bir hususiyete sahip. İntibak teşebbüsü bu. Teşebbüsümün kendine seçtiği hedef geçerli ve yürürlükteki dünyaya nüfûz etmekti. Akim kaldığına artık çok seviniyorum. İntibak edemeyişim çok iyi olmuş. (…) Ben dünyayı ıskaladım, dünya da beni ıskaladı. Her ne kadar yetişemediysem de, kacırdıysam da dünyayı; dünya beni kacıramadı, yetişemedi bana, yakalayamadı beni dünya. (…) Bana teğet geçti dünya, kendini bana isabet ettiremedi.
Sonunda ektiğimi biçtim ve yerimi buldum. Yerim okuduklarının İhlas ve Fatiha sûreleri olduğunu bilmeyen milletin olduğu yerdi. (…) Mensup olduğum Türk milletinin himmet için okuduğu üç kulhüvallahü bir elhamdır. Bütün faydayı bu okuduğundan umar. Umduğunu bulur. Milletin içinde bulduğuna kanaat getirmeyen, umduğunu bulunca ‘keşke Allah’tan başka şey isteseymişim’ diyenler vardır. İşte onlar benim katettiğim mesafenin tersi istikametinde ilerleyerek muratlarına erdi. (…) Bilgiçlikten kaçtıkça bilgelik burçlarını muhafaza etmenin imkânlarını heba etti bunlar. (…) Ticaretleri yerindeydi. Kendilerinden daha ahmağını bulma kolaylığı kârlarını artırdı. (…)” (s. 11-12)
” ‘Cahiliye devri’ tabiri karşımıza Asr-ı Saadet adlandırmaları bağlamında çıkıyor. (…) Karşımıza ne çıktıysa rastgele çıkmıştır diyemez miyiz? Hayır, diyemeyiz. Şahsiyetimizin Müslüman şahsiyeti haline gelmesi önümüzde ne varsa hepsinin tesadüfler değil tevafuklar sebebiyle hâsıl olduğunu anlamamızın sağlanmasıdır. Müslüman şahsiyet yerini çağlar boyu her sözün ehemmiyetini idrak ile kazandı. Karşılaşılan her şeyin değerini fark etmek şahsiyetimizin İslâmî vasfını pekiştirdi. Müslüman olarak da, insan olarak da sözlerle, bütün sözlerle alâkamız var. (…)
Cahiliye devrinde insanlar Francis Bacon’ın yucelttiği anlamda birçok şey biliyordu. Ne var ki, bilginin cahiliye devrinde aldığı şekil malumatfuruşluktan öteye geçemezdi. Kur’an nazil oldu ve neyi bilmenin insana ne yüklediği ortaya İslâm’la çıktı. (…) İslâm’a girmekle Hakk’a riayetin ancak herkesin mükellefiyetlerini yerine getirdikçe gerçekleştiğini kavrayabildik. (…) Bilmekle mükellef olmak arasında sıkı bir bağ var. Kime ve neye derseniz deyin mesul bir mahlûk insanoğlu. Mesuliyet meseleye, mesele mesuliyete dönük. (…)” (s. 13)
No Comments