“Kelâmından olur ma’lûm kişinin kendi mikdârı”

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin (m.1165-1240) Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin 1915-1928 arası yıllarda harf devrimi öncesi kendi harfleriyle son dönemini sürdüren Türkçe’ye Arapça’dan tercümesini ve şerhini yapan merhûm Ahmed Avni Konuk‘un (m.1868-1938) Konya Mevlânâ Müzesi’nde 28 defter hâlinde bulunan bu eseri o zaman her ikisi de Yrd. Doç. Dr. olan Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın tarafından günümüz Türkçesiyle yayına hazırlanmağa başlamış ve ilk cildi 2 Ocak 1987’de birinci baskısıyla yayınlanmıştır (bende 7.Baskısı mevcut). Eserin IV. Cildi de 6. Baskı olarak 2017’de (bende olan) çıkmış. Merhum Dr. Selçuk Eraydın’ın (1937-1995) eserin günümüz Türkçesiyle yayına hazırlanmasındaki emeğinin yanısıra bu işin tamamlanması için maddî anlamda katkıda bulunmasının da önemi büyük. Allah rahmet ve mağfiret eylesin. Yeri Cennet olsun. âmîn.

Bu eserin IV. Cildinin bir Fassı (XXV) olan “Kelime-i Mûseviyye’de Mündemic (içkin) olan ‘Hikmet-i Ulviyye’ Fassıdır” Mûsâ Fassı (2. Şerh) (s. 217)

Buradan sunacağım bazı alıntılar bu yazıyı oluşturacak. İlk alıntı da bu yazının başlığını oluşturuyor ve “ince fehm (anlayış) sahibinin kelâm sarfeden kimsenin kadrini ve ilimdeki derecesini, ancak kelâmından anlayacağını ifade eden bir mısradır. (s.265)

“Ulvî Hikmetin Mûsevî Kelimeye tahsisindeki vech budur ki: Mûsâ (a.s.)ın resullerin çoğu üzerine rüchânı (üstünlüğü) ve mertebe yüksekliği dört sûretledir: 1.Melek vâsıtası olmaksızın Allah Teâlâ hazretlerinden ahz eyledi (aldı, kabul etti, ceza verdi) ve O’nunla konuştu. 2. Sahih Hadîsde geldiği üzere Hak Teâlâ Tevrât‘ı kudret eli ile yazdı. Nitekim buyrulur: “Hak Teâlâ cenâb-ı Mûsâ’ya Tevrât‘ı eliyle yazdı. Ve Tûbâ ağacını eliyle dikti. Ve Adn cennetini eliyle halk eyledi. Ve Âdem’i iki eliyle yarattı. 3. Nebîlerin sonuncusu (s.a.v.) Efendimize mahsus olan cem’iyyet makâmına olan yakınlığıdır ki, Hak Teâlâ bu yakınlığa işâreten beyan buyurur: “Nasihat ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalarda yazdık.” (A’râf, 7/145) Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitapdadır.” (En’âm, 6/59) âyet-i kerîmesiyle bu cemiyet makamının kemâline işaret buyrulmuştur. 4. Hadîs-i Şerîfte Mûsâ (a.s.)ın ümmet çokluğu ile nebîler (a.s.) arasında ayrıcalığı beyan buyrulmuştur. İşte bu hususlara dayanılarak Kur’ân-ı Kerîm’de Mûsâ (a.s.)a hitaben “Korkma, muhakkak sen a’lâsın” buyrulmuştur (Tâhâ, 20/68). (…)

Sadreddin Konevî hazretleri de Şeyh-i Ekber (r.a.) hazretlerinden naklen bu hakikati beyan buyurmuşlar. Nitekim Mevlânâ Câmî Hamriyye Kasidesinin bir beytine yazdığı şerhte bu konuda açıklamalar vermiştir. Ve cenâb-ı Mevlânâ (r.a.) dahi aşağıdaki beyitlerde küllî rûhunun cesedinden önce belirmesine işareten buyururlar: Tercüme: “Cihanda bağ, mey ve üzümün varlığından önce cânımız sonu olmayan içeceklerden baygın idi. Biz can âlemi Bağdâd’ında “Ene’l-Hak” na’rası vurur idik. Mansûr’un savaş, kavga ve nüktesi var olmadan önce tüm nefs, su ve çamurda mimar olmazdan önce hakikatler meyhanesinde bizim yiyecek-içeceğimiz ma’mûr idi. (…)

Bu mezhebe söz söylemeyenler genel olarak tümel ve tikel ruhların cesedlerden önce oluştuğunu söylerler. İlk şıkka göre küllî (tümel) ruhlar ruhlar âlemindeki ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (A’râf, 7/172) hitabını ve cesedlere ilişkin oluştan önceki hâlleri müdriktirler. Nitekim Bâyezid Bistâmî hazretlerine: ‘Elestü bi-Rabbiküm’ hitâbı hatırında mıdır? denildikte, “üzerinden hiç gün geçmedi” buyurmuştur. Zîrâ Küllî ruhları idrak edenler üzerinden zaman geçmez; zamana tâbi olan ancak cesedlerdir. Cüz’î ruhlar ise cesedlere ilişkinlikten önceki hâlleri müdrik değillerdir. Hadîs-i şerîfte “Muhakkak Allah Teâlâ ruhları cesedlerden önce halk eyledi.” buyrulmasından murâd, varlık zincirinin ilkleri olan melekî ruhlar ve küllî ruhlardır. (…)

O halde küllî ruhlar kül’ün küllü olan Muhammedî ruh’tan nûrânî cevher olarak ruhlar âleminde görünür olmuşlar ve onlardan her birinin şehadet âleminde zuhurlarıyla davetleri vaktinde fiilen zâhir olan cüz’î nefsler ruhlar âleminde bilkuvve (potansiyel olarak) onların kuşatmaları altında bulunmuşlardır. Ve bu küllî ruh o cüz’î ruhların imamı olur. (…) Böylece âdemoğlu genelinde olan insanî cüz’î nefsler mîzaçlarının husûlünden sonra olup, ilk olarak hayvâniyet mertebesinde görünür olurlar. Eğer onların meyli tabiat tarafına olursa, bedende yaygın ve etkin olan ancak tabiat olup daima hissî lezzetler ve şehvetleri tercih ile emr eder. Ve yerilen ahlâk madeni ve kötü fiiller kaynağı, ve çirkin vasıflar menşei(kökeni) olduğu için ona ‘nefs-i emmâre’ derler. Ve eğer terbiye olunursa ‘levvâme’, ‘mülhime’, ‘mutmainne’, ‘râzıye’ ve ‘merzıyye’ mertebelerini kat edip kendi tümeli ve kemâli tarafına terakkî eyler.” (alıntılar s.217-220 arasından)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked