“Kültürden Medeniyete”
Merhûm Ş. Teoman Duralı‘nın 2 aylık düşünce dergisi olan Teklif‘te (Kasım 2023, s.12) çıkan başlığını bu yazıya da başlık olarak alıntıladığım yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalarım oluşturacak bu yazıyı.
“Medeniyet seviyesine erişebilmiş kültürlerde gelenekleşmiş örfler, ödev-hak dengesi gözetilerek sıkıca belirlenmiş düzenlere dönüştürülmüş, buradan da hukuk, dolayısıyla da kanunlar oluşturulmuştur. Hukukun ise, aslı esası ahlâktır : Geleneklere geçmiş göreneklerdeki ahlâk, yaptırım gücü bulunmayan yaşama tarzıdır. Bu hâliyle ahlâk devingen ve akışkandır. Hâlbuki özellikle yazıyla tesbitinden itibaren hukuk, sâbitleştirilmiş bir düzendir. Hukuköncesi dönemlerde kişiler, geleneklerle aktarılagelinmiş gevşek ölçülerle örülmüş göreneklerde yaşardı. Hukukun hâkim olduğu ortamlardaysa, kanun biçimine dönüştürülmüş hâliyle yine göreneklerde, fakat bu kere sıkıca belirlenmiş ölçülerin, daha doğrusu, zorlayıcı şartlar demek olan kıstasların gölgesinde yaşanır olmuştur. “Gölge”nin kapsamı artık besbelirgindir. Onun kapsamında, çerçevesinde yaşamanın mükâfatı “varolma ruhsatı”dır. Buna ise “meşruluk” denir. (…)
Tektanrılı-Vahiy dinine ve onun âşikâr ifâdesi olan İslâma değin meşruluk, belirgin, insanüstü ve doğaötesi kaynaktan yoksun bulunduğundan, değişkenlik ile göreliliğe açıktı. Her kültür ile medeniyet çevresinin kendisine mahsus meşruluk kabulleri ile anlayışı vardı. Göreliliği aşan evrensel anlamda ahlâk ile hukuk bağlamındaki meşruluk ancak Allah varlığına ilişkin fikir çerçevesinde ortaya çıkmış ve ona dayalı olarak geçerliliğini sürdürmüştür. Bu noktadan hareketle, dinin iç ile dış hayatımızı yönlendirdiği kabulünü reddeden Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin göreliliği aşan evrensel bağlamdaki meşruluktan yoksun olduğu mantık gereğidir. Mademki meşruluğun kaynağı ahlâk, bunun da türevi hukuk olup düzenlenişi insan elinden çıkmış görülür, öyleyse o düzenleniş, tabiatıyla zamana, zemine ve belli kültür şartlarına bağlı bulunacaktır. Böylelikle dindışı ahlâk, dolayısıyla da hukuk, mantıkca, mevzii kalmağa hükümlüdür. İnsancı-Aydınlanmacı düşünürler ile filosofların, akıl ürünü sığ ahlâk ilke ile kurallarının ve bunlardan inşa olunmuş hukuk düzeninin pekâlâ evrensel olabileceği iddiası temelsizdir. Zirâ, ahlâkın esası neresidir? Dışımızdaki çevre midir? (…) Bu durumda, ya suyunu kendinde bulan değirmen misâli, ahlâk hakikatini, aklın kendisinden menkul olduğunu bildirme neviinden saçmalığa düşeceğiz ya da onun, kaynağını akıl üstü yahut doğaötesi bir orunda (mevkide) bulduğunu söyleyeceğiz. Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyeti, Onyedinci yüzyıldan beri birinci şıkkı kendisine fikrî ve zihnî zemin esas almak tercihinde bulunarak saçmalıktan hareket etmiştir. Saçmalığın kaynağı, en temel ilkeden yoksun olmak, daha açık bir ifadeyle, Tanrısızlıktır. Öksüz kalmış çocuk ne ise, Tanrısızlık çukuruna düşmüş kişinin durumu da odur: Terbiye edici –Rabb- ilk ve Sığınılacak son mercii –Rahmân- inkâr eden tutamaksız hâlde kendi eksik varoluşuyla baş başa kalır. Evrende yapayalnizdır, öksüzdür. (dipnot: Bkz Albert Camus’nün 1913-1960), Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin ürünü çağımız insanını bize, seçkin bir üslup ustalığıyla tasvir ettiği, Le Mythe de Sisyphe / essai sur / Absurde ile I.Homme Revolte başlıklı felsefe denemelerine.)
Biz insanların beden, nefs ile ruhtan oluştuğumuz bildirilmektedir. Bedenimiz kayıtlar ile şartlara bağlıdır. Bunların dışında zaman gelir. (…) Şu hâlde beden ile nefsimizin bazı tezâhürleri bakımından bizler zamanın hükmündeyiz. Bu da bize geçiciliğimizi, zaafımızı, yaralanabilirliğimizi şüpheye yer bırakmamacasına göstermektedir. Varoluşca eksik olmakla birlikte, R. Descartes’ın işâret ettiği üzre, eksiksizlik, mükemmellik fikrimiz vardır. (…). Mükemmelliğin de Mükemmeli -Ekmel-, baska bir deyimle, Mükemmel‘in anaörneği Allahtır. Mükemmellik, aklı aşkın âlemi tümüyle temsil eden terimdir. (…) Dirim, beşer yanımızın oturduğu tabandır. İnsanlığımızı, mükemmellik sezişine göre ayarını bulan Tanrısal kaynaklı ahlâka borçluyuz. İşte Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (1207-1273), Tanrısal ahlâkın, insan yaşaması demek olan hayata yol yordam gösteren ilkesi manâsındaki edebi, özlü biçimde şöyle belirlemiştir: (manâ olarak): “Kişioğlu, nasipsizse edepten, âdem(insan) değildir. İnsan ile hayvan arasındaki fark, edeptir. Gözünü aç da bak cümle Kelâmullaha! Âyet âyet Kur’ân’ın tüm manâsı edeptir.”
No Comments