Lâ-taayyün ve mutlak vücûd(varlık) hakkında bilgi
“Mutlak vücûd (mutlak varlık) varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı ile olan varlıktır. Diğer varlıklar bu ‘vücûd‘dan olup varlıkları bu ‘vücûd‘ ile kaim (sebâtkâr) olur. Bu vücûda ‘mutlak vücûd‘ denilmesi, bu mertebede hiçbir isim, sıfat ve fiil ile kayıdlı olmamasındandır. Taayyün (belirme) kayıdlarından berî (sâlim) ve mutlak olduğu için ‘taayyünsüzlük‘ (lâ-taayyün) mertebesi olarak adlandırılır. ‘Allah vardır, O’nunla berâber hiçbir şey yoktur‘ hadîsi bu mertebeyi ifâde eder.
Bu ‘vûcûd’ (varlık) kavramını akıl, fehm, duyular ve kıyas yolu ile anlamak mümkün değildir. Hâdis (yeni çıkan varlıkların) bu mertebeye aslâ şuuru yoktur. Kulun fikir ile bu varlığı idrâk etmesi muhâldir.
Bu mertebede varlık tecellîden münezzehtir. Zîrâ tecellî ‘meşiyyet‘ (dileme) ile olur. Meşiyyet bir sıfat olduğundan ‘sırf vücûd‘ bu sıfattan da münezzehtir.
Bir hudud ve cihet kabul etmez. ‘Vücûd‘un birliği sayıdan olan bir birlik değildir. Bir ‘sonsuz muhît (kuşatan)‘ dir. Kendisinin bir mebdei /başlangıcı yoktur; aksine bütün varlıkların mebde’ ve menşei O’dur.
Bu mertebeye bir çok isim verilmiştir. Bâzıları şunlardır: Sırf Vücûd, baht (öz, hâlis) vücûd, mutlak zât, hakikî varlık, hakîkatlerin hakikati v.s.
a. Adem (Yokluk): Her şeyi kuşatan bu Sonsuz Vücûd’a karşılık olan bir ‘adem’ yoktur. Zîrâ ‘adem‘in tahakkuk edebileceği bir sâha yoktur. Bu sonsuz varlığın dışında hiç bir şey ve yokluk bile olamaz. Onun için ‘vücûd’ hak ve ‘adem’ (yokluk) bâtıldır. Bu anlamda olmak üzere ‘mutlak adem’ ve ‘hakîkî adem mevcut değildir denilir.
Fakat şehâdet âlemindeki varlıklara nisbetle ‘izâfî adem‘, ‘itibari adem‘ ve ‘mukayyed‘ adem denilen bir ‘adem‘ mevcuttur. Çekirdeğe nisbetle ağacın durumu bir yokluktur. Bu demek olur ki, ağaç çekirdek içinde ‘bilkuvve’ (potansiyel olarak) mevcut, fakat bilfiil ma’dûmdur (yok olan). Bu yokluk gerçekte mutlak bir yokluk değil ‘izâfî yokluk‘dur.; çünkü ağaç çekirdekte ‘bilkuvve‘ (potansiyel olarak) mevcuttur.
b. İzâfî vücûd: Bu kavram ‘mutlak vûcûd‘ denilen Hakk’ın varlığına nisbetle mevcûdâtın varlığı hakkında kullanılmaktadır. Fakat bu, Hakk’ın ‘vücûd‘una mukabil olarak ve o vücûdda çok cüz’î bir şekilde bile olsa ortak olmak manâsında değil, mutlak vücûd olan Hak’tan neş’et ettiği (meydana geldiği) içindir. Şehâdet âleminin varlığına mümkin varlık, mukayyed (kayıdlı) varlık ve zıllî (gölge) varlık isimleri verilmiştir. Bu izâfî varlığın ‘hakiki ve mutlak varlık‘ karşısında müstakil bir varlığı yoktur. Eğer böyle bir varlığı olsaydı, mutlak varlık ile izâfî varlığın birbirinden ayrıldığı bir sınır olması gerekirdi. Böyle bir sınır çizilmesi halinde, Hakk’ın Sonsuz olması gereken varlığı mahdûd olur, Sonsuz olmazdı. Bu izâfî vücûd, ‘hakiki vücûd‘un isim ve sıfatlarının sayısız mertebelerden geçerek zuhûra gelmiş bir tenezzülüdür. Şehâdet âlemindeki varlıkların kendilerine ait müstakil bir vücûdu olmadığı ve Hakk’ın isim ve sıfatlarının tenezzüllerinden ibâret bulunduğundan, onlar ‘hayâlî sûretler‘ ve ‘izâfî ve gölge varlıklar‘ (mevcûdât-ı izâfiyye ve zıllîyye)den ibârettir. Bu gölge ve hayâlî varlıklar ‘hakîkî vücûd‘a delil ve alâmetlerdir.”
No Comments