“Laikleşemeyen laiklik”
Başlıktaki ifadeyi M. Şükrü Hanioğlu’nun bugün çıkan yazısının (Sabah, 08.05.2016) başlığı olarak alıntıladım. Bu yazıyı, bazı alıntılarla, merak duyabilecekleri haberdar etmek ve yazarın “laiklik ile inanç özgürlüğü arasındaki hassas dengenin nasıl korunacağı ve dinî alanın kimin tarafından düzenleneceği konularında düğümlendiğini” düşündüğü “aslî sorun”un yaygınca anlaşılmasına katkıda bulunmak niyetiyle paylaşmak istedim.
“(…) Laiklik ile inanç özgürlüğü arasındaki dengenin korunması “laiklik” yorumuyla mümkün kılınabilir. Bunun yapılacağı yer ise “anayasa metni” değildir. (…)
Erken Cumhuriyet siyasî liderliği en veciz anlatımını John William Draper’ın anlatımında bulan asır sonu “din-bilim çatışması” tezini içselleştirdiğinden, “laiklik”e benzer bir çerçeveden yaklaşan Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin tanımını benimsemiş ve ithal etmiştir.
Bu liderlik bunun da ötesine giderek, ithal ettiği Üçüncü Cumhuriyet laiklik tanımının “gerçek,” “tek” ve tartışılmaz olduğu varsayımıyla onu “özcü (essentialist)” bir yaklaşımla kavramsallaştırmıştır.
(…)
Halbuki, Profesör Ahmet Kuru’nun Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye (2011) başlıklı ufuk açıcı çalışmasında da vurgulandığı gibi, laiklik biçimlerini en azından “pasif” ve “dışlayıcı” olarak iki kaba sınıflama içinde ele almak mümkündür.
“Pasif” laiklik yorumuna yönelimin özgürlük alanını genişletebilmemizi mümkün kılacağı açıktır. Buna karşılık “laiklik-vicdan özgürlüğü” ilişkisini bir asır öncesinin yaklaşımları ve 1905’te “dışlayıcı,” “çatışmacı” laikliğin zaferiyle neticelenen İki Fransa arasındaki savaşın parametreleriyle belirlemek, toplumsal kutuplaşma ve mücadeleye davetiye çıkartmak anlamına gelecektir.
(…) Fransa’da laikliğin günümüzde de “dışlayıcı” karakter taşıdığı doğrudur. Ancak günümüz Fransası’nda bile, Jean-Paul Willaime’in çarpıcı ifadesini kullanacak olursak, “laikleşen laiklik,” sekülerliğin “çatışmacı” ve “yasakçı” karakterini törpülemiştir. (…)
Türkiye’de olumlu bir evrim yaşandığı ve “laiklik” yorumunun daha özgürlükçü bir çizgiye kaydığını belirtmek gereklidir. (…) Bir örnek üzerinden ele alacak olursak, “dışlayıcı” laiklik kamusal alanda başörtüsü takılmasını “yasaklamakta,” “pasif” laiklik ise bunu “vicdan özgürlüğü” çerçevesinde serbest bırakmaktadır. Ancak her iki yorum da “tüm kadınların dinî nedenlerle örtünmelerini zorunlu kılan” bir düzenlemenin laiklik ilkesine aykırı olduğu konusunda hemfikirdir.
(…)
(…) Laikliğin tam anlamıyla “laikleşebilmesi,” “inanç”ın tanımı ve “dinî alan”ın düzenlenmesinin dindarlara bırakılması, devletin bu konularda karar verici olmayı terkederek herkese eşit mesafede konuşlanan “hakem”lik rolünü benimsemesi ile gerçekleşebilir.
(…)
“Laikliğin laikleştiği” bir dünyada Türkiye “özgürlükçü” yoruma yönelerek önemli bir dönüşüm yaşamıştır. Buna karşılık “laikliğin laikleşebilmesi” ancak “dinî alan”ın “dindarlar”a terkiyle tamamlanabilecektir.”
No Comments