M.Orhan Okay’ın “Silik Fotoğraflar Portreler” kitabından (Dergâh Yayınları 1.Baskı: Ekim 2013) alıntılar
“Mübeccel‘e Bütün bu silikleşen fotoğraflar arkasında net bir hatıra var: Yarım asrı geçen beraberlik.” (s.3)
“(…) Kitabın bu yeni basımına fotoğraf ve belgeler ekleyen İsmail Kara’ya teşekkür ederim. ” (s.6)
“Toplumumuzdaki vefa duygusuyla beraber Vefa Lisesi’nin ve Vefa semtinin özellikleri de kayboldu. Bize de galiba Ahmed Rasim’in hüzünlü şarkısını dinlemek düştü:
“Gözümde işve-nümâdır hayâl-i bîbedeli / Acep vefada mı semti, acep acep nereli?”(s.16) “(…) 1946 yılında elime geçen eski, dağınık mecmualardan yapılmış bir cilt içindeki bir yazıyı -birçok makale gibi- fazla bir ilgi göstermeden okumaya başlamış, fakat okudukça yazıdaki ruhun benliğimi sardığını hissetmiştim. ‘Vatandaş Ahlâkı’ adını taşıyan ve benzerleri çok bulunabilecek bu başlığın altında o zamana kadar rastlanmadığı bir üslûp, bir ivaz, bir ibdâ karşısında idim. ‘Fertten doğup nâmütenahiye doğru yol alan hareketin âile, cemiyet ve insaniyet yollarından geçtiğini hareket felsefesi kabul ediyordu. Yani içtimaî nizama ait hareketler ferdiyetimizle Allah arasında bir köprü oluyordu. (…)” (s.18) “(…) Peygamber’in vahyinde, sanatkârın eserinde ebedîlik saltanat kurmuş duruyor. Kur’an, bir hayatın vahiyden doğan eseridir. (…)” (s.21) “Daha sonra defalarca, içer gibi, ezberlercesine okuyacağım bu yazı ilk defa duyduğum bir imza taşıyordu: Nurettin Topçu. Makalenin çıktığı, yine o güne kadar varlığını bilmediğim Hareket mecmuasının diğer sayılarını buldum. O yıl bu dergi, bütünüyle bana yeni bir dünyanın kapılarını aralamıştı. 1939-42 yılları arasında çıkmış o on iki sayılık koleksiyon, benim için o gün olduğu kadar bugün de Türk dergiciliğinde erişilmiş bir fikrî olgunluğun meyvesidir. (…)” (s.21) “Kapalıçarşı’da bir mescit. Uzun ve dar merdivenlerin sonunda, çarşının ilgisiz kalabalığı içinde, beni Nurettin Topçu ile tanıştırdılar. Küçük bir gençlik grubunun ortasındaydı. O çevrenin en genci, belki çocuk yaşta olanı bendim. (…) Yalnız çok iyi hatırladığım, o günden itibaren böyle bir insanı tanımış olmanın verdiği gurur içinde oluşumdu. (…) Tanıdığımı zannedişim o çocukluk veya gençlik yıllarına ait bir safdillikten Başka bir şey değildi. (…)”(s.23) “Ve Hareket mecmuası 1947 Mart’ında yeniden çıkmağa başladı. (…) İlk makalenin ilk cümleleri yine o sarsıcı, uyandırıcı, mesuliyet yükleyici cümlelerle başlıyordu: ‘Batan bir dünya nizamının enkazı üzerindeyiz.’ (…)”(s.23) “1949-50 ders yılında onun başka bir tarafı ile karşılaştım: Hocalığı. Vefa Lisesi’nde felsefe derslerimize geliyordu. (…) Müsamaha kabul etmez görünen disiplin zihniyetinin arkasında talebesini seven, iç hayatına girebilen, daha önemlisi bir talebe için o çok sıkıcı felsefe derslerini sevdirebilen bir hoca idi. Memlekette tek parti devrinin ve mekteplerde tek kitap devrinin son yılı idi. Parti hükümetlerinin, parti tarihinin, parti görüşünün tek taraflı propagandasını yapan resmî sosyoloji kitabı yerine Nurettin Topçu’nun, biçok meselede zihinlerimizi ve kafamızda bir yığın soru açan, başka bir ifadeyle rahatımızı kaçıran kitabını okuyorduk. (…)” (s.24) Nurettin Topçu bugünkü gibi Batı üniversitelerinde doktora yapanların bol olmadığı yıllarda, 1934 yılında Fransa’da Sorbonne üniversitesinde ‘Conformisme et Revolte: Zamana uyuş ve İsyan’ konusunda doktorasını vermişti. Hocası, kendisinin de bağlı olduğu hareket felsefesinin kurucusu,döneminin büyük filozoflarından Maurice Blondel’di. Türkiye’ye dönüp çeşitli liselerde hocalık yaparken Bergson konusunda verdiği tezle doçent olduğu hâlde üniversiteye kabul edilmedi. Bundan dolayı kırgınlığı olmadı veya etrafındakiler fark etmedi. Hep lise felsefe hocası olarak kaldı. Liseden sonra yakınlığımız ölümüne kadar devam etti.(…)” (s.26-27)
No Comments