M. Şükrü Hanioğlu’nun, kendisiyle yapılmış söyleşilerden ve yazılarından derlediğim bazı sözleri
Hâlen Princeton Üniversitesi’nde (ABD) çalışan, Geç Osmanlı dönemi tarihi alanında dünyanın en önde gelen akademisyenlerinden ve 19. yüzyıl entelektüel tarihinin en önemli kaynakları olan eserler ve makalelerin sahibi M. Şükrü Hanioğlu‘nun, kendisiyle yapılmış söyleşilerden ve yayınlanmış yazılarından seçerek derlemiş olduğum bazı sözlerine, düşündürücü değerde bulduğum için, tek tek kaynak belirtmeksizin, burada yer vereceğim.
Söyleşilerden seçtiklerim:
*Biz “Türkiye” konuşuyoruz; ama büyük ihtimalle farklı “tasavvur” ve “geçmişler”i zihnimizde canlandırıyoruz.
*Cumhuriyet adres değişikliği talep etme ve o adreste oturan yeni bir kimlik yaratma projesidir.
*Cumhuriyet yönetici elitinin Kur’an tefsiri yazdırması, hadis külliyatı hazırlatması bir çelişki olarak görülmemelidir. Bu seçkinler “dinin avamın ilmi, ilmin havassın dini” olduğuna inanıyorlardı. “Avamın ilmi” olduğu için “din” önemli bir araçtı ve imha edilmesi değil kontrol altına alınması, “ilmi din haline getirmiş havassın” siyasetlerinin uygulanmasında araç olarak kullanılması gerekiyordu.
*Bunu pek çok kez de yazdım, eğer Birinci Dünya Savaşı gibi bir savaş olmasaydı Garpçılar’ın fikirlerinin gerçekleştirilmesi ve resmi ideolojinin bir parçası haline gelmesi son derece zor olurdu.
*Atatürk kuvvetler ayrılığına değil birliğine inanıyordu. Nitekim Birinci Meclis Fransa’da ihtilal sonrası meclisi andıran konvansiyonel bir meclis, yürütme yasama ve hatta onun ötesinde İstiklal mahkemeleri aracılığıyla yargıyı da tek elde toplayan bir meclis.
*Atatürk seküler ve İslamiyeti bir parantez içine alan bir milliyetçilik geliştirmeye çalıştı Türkiye’de.
Yazılarından seçtiklerim:
*II. Abdülhamid’in kişilik ve siyasetleri hakkında onu gerçeğe aykırı suçlamalarla hal’ederek sürgüne gönderen İttihatçılar ile Erken Cumhuriyet tarafından yapılan değerlendirmelerin tarihî gerçeklikle uyuşmadığı ortadadır. Bunların tashihi, II. Abdülhamid’in bir lider olarak objektif kıstaslarla tarihselleştirilmesi şüphesiz gerekli ve anlamlıdır, ki bu da yapılmaktadır.
*Donald Trump’ın ABD başkanlığına gelişi küresel ölçekte yükselen popülizmin “yeni bir başarısı” olarak yorumlandı. Rafael Correa, Nicolás Maduro ve Evo Morales benzeri Latin Amerika liderlerinin sol popülizm temelli siyasetleri, İngiltere’de UK Independence Party’nin Brexit referandumunda oynadığı kilit rol ve Kıta Avrupası’nda yabancı düşmanı, İslâmofobik sağ popülizmin kazandığı zemin göz önüne alındığında bu tespite itiraz edebilmek zordur.
*Diyalog, çoğulculuk, yasakçı laiklik yorumunun değişimi benzeri taleplerin ardında değişik istihbarat örgütlerinin taşeronluğunu yapan kapalı bir örgütlenmenin darbe girişimi modern tarihimizin en önemli toplumsal travmalarından birisini tetiklemiştir.
TBMM’yi bombalayan, vatandaşlarına acımasızca ateş açmakta tereddüt göstermeyen bu örgütlenmenin neden olduğu travmanın derinliği, güçlü “toplumsal aldatılma” duygusu ile ülkenin ilk kez “darbe”nin ötesinde yabancı güçler adına “işgal” girişimine muhatap olmasından kaynaklanmaktadır.
*Özel işyerlerinde dinî inançları çerçevesinde başlarını örtmek istemeleri nedeniyle görevlerine son verilen Belçika ve Fransa vatandaşı iki Müslüman kadın hakkında geçtiğimiz günlerde AB Adalet Divanı tarafından verilen karar “ayrımcılığın yasallaşması” ve “kültürel çoğulculuğun tabutuna çivi çakılması” olarak yorumlandı.
*Yükselen İslâmofobinin yarattığı ortamın etkilediği karar, son tahlilde, “çok kültürlülüğe” değil bir dinin mensuplarının çok kültürlülük kapsamına dahil edilmesine itiraz etmektedir. Karar dar açıdan yorumlandığında, Avrupa’nın 1970’lerden başlayarak 1990’ların sonuna kadar süren farklı kültür, tercih ve kimlikleri tanıma, onların varlıklarını sürdürmelerini sağlayacak düzenlemeler geliştirme siyasetlerinin tersine döndüğüne kanıt olarak sunulabilir.
No Comments