M. Şükrü Hanioğlu’nun “Felsefesiz bir toplumda ahlâk” yazısı : nasıl karşılanır acaba?

 

Değerli bir entelektüel ve akademisyen olarak yazarın bu yazısının en azından farkedilmesi, okunması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum ve söylediklerinin anlaşılmasına, üstünde durulmasına küçücük bir katkı olsun diye yazma gereği duydum.

Bir kamuoyu araştırması çerçevesinde “Dindar olmak ahlâklı olmayı gerektirir mi?” sorusu yöneltilmiş ve bu soruya önemli bir bölümü kendisini “dindar” olarak tanımlayan deneklerin %70’i “Hayır, gerektirmez” cevabını vermiş. Böylece güçlü bir “din-ahlâk ayrımı” vurgusu yapıldığına işaret ediliyor yazıda ve bunun son günlerin önemli entelektüel tartışmalarından birini başlattığı ifade ediliyor. Türkiye gibi, “dindarlık” dışında “ahlâk” ve “muhafazakârlık” biçimlerinin tasavvur edilemediği bir toplumda böylesi bir ayrımın ortaya konmasının önemi de vurgulanıyor.
Ancak bu “farklılık”ın toplumsal çoğunluk tarafından vurgulanmış olmasına rağmen, “din-ahlâk ilişkisi” hakkında din ve felsefe tarihlerinin tartışmaları bağlamında alınan bir tavrı ya da “ahlâkî çoğulculuk” arzusunu yansıtmadığına vurgu yapılıyor. Bu “farklılaştırma”nın böylesi niteliklere sahip olması durumunun memnuniyetle karşılanması gerektiği ifade ediliyor ama gerçekte toplumda yaygın olan bir indirgemeciliği yansıttığının ortada olduğuna dikkat çekiliyor.
Modernliğin “dinsizlik” değil “felsefî ve bireysel dindarlık”ı gerekli kıldığını savunan ahlâkçı yaklaşım olumlu görülüyor. Ne ki bu yaklaşımı benimsemek yerine kaba bir hedonizmin etkisi altında felsefesizlikle övünen mekanik bilimciliğe yöneldiği ifade ediliyor Türk sekülerizminin. Dindarlığın da ondan farklı bir yaklaşım benimsemediğine, “din”i “ahlâk”tan soyutlanmış “itikad” ve “biçimsel ibadet”e indirgediğine işaret edilmekte.

Bireylerin, başka bir ifadeyle, sadece “ahlâkî olma” kaygısıyla “dindar” olmadıklarına değinilmekte ve böyle bakıldığında söz konusu anket deneylerinin “derin bir felsefî” yargıyı dile getirdiğinin öne sürülebileceği belirtilmekte. Ve söz konusu ankete verilen cevapların böylesi bir “derinlik”i yansıtmaktan uzak olduğu vurgulanmakta. Burada bir kez daha Türk sekülerliği ile dindarlık arasında olumsuzluk yönünden ortak bir benzerlik bulunduğuna değiniliyor. “Türk sekülerliği”nin “iyi yaşam”ı hayat tarzı üzerinden ve onu zevkleri azamî ölçüde tatmin etmek ile özdeşleştiren bir hedonizm çerçevesinde tanımladığı; “dindarlık”ın da popüler düzeyde “din”in “ahlâkî” boyutunu, bu alandaki mesajlarını ikinci plana atarak, onu “şeklî bir ibadet”e indirgediği tespiti yapılıyor.

İlginç bulunan bir duruma da işaret ediliyor: toplumumuzda “sekülerlik” ve “dindarlık”ın, bir asır öncesi ile kıyaslandığında, bu konuda ciddî bir seviye kaybına uğramış oldukları.

Sonuç olarak şu ifadeye yer veriliyor: Hedonist eğilimlere sahip popüler “dindarlık” ve “sekülarizm”in sığ, kaba ve biçimsel karakteri Türkiyenin en önemli sorunlarından birisidir.http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/05/28/felsefesiz-bir-toplumda-ahlk

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked