Mahmud Erol Kılıç’ın “Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar l’den /Osmanlı Dönemi-Cumhuriyet Dönemi/ (Sufi Kitap 1.Baskı: 2016) alıntılar

 

“Fatih hem iyi bir entelektüel hem de derviş-meşreb bir padişah idi. Abdurrahman Câmî’ye üç İslâm düşünce mektebi arasındaki (tasavvuf-kelâm-felsefe) ittifak noktalarını gösteren bir kitap yazmasını rica etmiştir. Câmî de onun bu isteği üzerine meşhur ed-Dürretü’l-Fâhire adındaki eserini yazar.” (s.27)

“Kanûnî gibi bir Sultan, Dîvân‘ında, aşağıdaki dizeleri söyleyebilmiştir:

Padişah-ı âlem olmak bir kuru gavga imiş / Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş. (…) (s.29)

“Ne var ki 16. yüzyıldan sonra, bu insicam bozularak tekke-medrese çatışması yaşanmaya başladı. (…) Bu iki grup arasındaki mücadele neredeyse bir asır sürdü.” (s.29-30)

“İbrahim Hakkı Erzurumî bir elinde tesbih ve evrâd, öbür elinde usturlabı olan gerçekten câlib-i dikkat bir şahsiyettir. (…) Dış âlem iç âlem ayrılığını, Rönesans’taki bilim anlayışıyla ortaya çıkan din-bilim çatışmasını yaşamayan bir insan. O çatışmayı yaşamadığı için kendisi ile ve kozmosla barışık. Biz o insanların rehberliğinden uzaklaşırken toplumsal huzurumuzdan da uzaklaştık.” (s.85) Selçuk Üniversitesi uzun yıllar Mevlânâ Araştırma Merkezi’ne sâhip idi. (…) Araştırma merkezleri ancak enstitü düzeyine çıktığı zaman rahat çalışabilmektedir. (…) Uzun yıllardır bazı sebeplerle gerçekleşmeyen bu teşebbüs, çok şükür yakın zamanda gerçekleşmiş ve S.Ü. Mevlânâ Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Yine Malatya’nın yetiştirdiği büyük âriflerden Niyazi Mısrî Araştırma Merkezi’nin enstitü düzeyine çıkarılması için Malatyalı dostlarımız çalışmalarına başladılar. Ben ümit ederim ki Erzurumlular, Erzurûmî mahlasını kullanan İbrahim Hakkı hazretlerine herkesten önce sahip çıkarak bu merkezin de enstitü düzeyine çıkarılmasına çaba sarf etsinler. Ceset ve ruh beraberliğine inanan bir gelenekten geliyoruz, dolayısıyla inşallah önce cesedi/beden gelir, ardından içine ruh üfleyenler bulunur. (…) Ben hepinizi, bir kere daha İbrahim Hakkı Erzurûmî’nin temsil ettiği o kutlu çizgide buluşmaya davet ediyorum.” (s.85-86)

” ‘Anadolu bilgelerini tanısın’ silsilesi içerisinde bundan on beş yıl kadar evvel her şehrin ismiyle künyelenmiş zevâtı o şehirlerde anmalı, gibi bir düşünce gönle düştüğünde, ilk olarak o zamanın Kayseri Belediye Başkanı Sayın Şükrü Karatepe’ye Davud el-Kayserî Sempozyumu yapalım diye bir teklif götürmüştük. ‘Hocam kimse gelir mi ki?’ diye mütereddit idi. Onun üzerinde çalışma yapan Japon var, Fransız var, Amerikalı var, dedik; önce inanamadılar. Peki, öyleyse hadi yapalım, dendi. O toplantıya gerçekten Japon geldi, tebliğ sundu. İranlı geldi, Fransız geldi, Cezayirli geldi ve kapanış konuşmasında Şükrü Bey şunu itiraf etti: Ben bir Kayseriliyim, üstelik bir akademisyeni ama Davud el-Kayserî’yi tanımıyordum. Gördüm ki bütün dünya Davud el-Kayserî’den haberdar. Maalesef bir tek biz tanımıyormuşuz. (…)”(s.86)

Şüphesiz Erzurum’un yetiştirdiği birçok insan var ama özellikle sahip çıkılması gereken bir zât olarak görüyorum İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri ve çizgisini. Onun Marifetnâme‘de ne yapmak istediği gerçekten çok önemli.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked