Mahmud Erol Kılıç’ın ‘Evvele Yolculuk -Konuşan: Sadık Yalsızuçanlar-‘kitabından (Sufi Kitap, 1.Baskı: 2008) alıntılar

 
(…) Tasavvuf baştan başa bir mana ilmidir. Burada kelimeler konusunda muhafazakâr yaklaşımlara saygı duymakla beraber anlamı vermek konusunda biz biraz daha esnek olabiliyoruz. (…) O mana oluştuktan, o tohum atıldıktan sonra o kendi ıstılahatını (terimler -a.a.) zaten oluşturur. Ama ıstılah konusunda tutucu olanlar ise öncelikle dilde ve kelimelerde ısrar etmektedirler. (…) Bu sefer bazı kuşaklarla veyahut bazı gruplarla aralarında ister istemez duvarlar oluşuyor, söyledikleriniz anlaşılmaz hale geliyor. Burada bir orta yol tutmamız gerekiyor. Buradan her türlü yapay üretilen kelimelere de kapı aralıyoruz sanılmasın. Bizimkisi arızi ve geçici bir durumdur. Ta ki taşlar yerine oturup, kavramlar yerli yerinde oluncaya ‘klasik’ olan yeniden ihtişamına kavuşuncaya kadardır söylediklerimiz. (…) Yoksa hiçbir kavram tasavvufun kendi aslî ıstılahlarının yerini tutamaz. ‘Melekût’u hiçbir dile çeviremezsiniz. Mesela ‘Lüb’ yoktur birçok lisanda. Fütuhât’tan bazı bölümleri İngilizceye çeviren Chittick ‘vücûd’ kelimesini tam olarak karşılayacak İngilizce kelime olmadığı için aynen öyle bırakmıştır. ‘Being’ ile ‘Vücûd’un karşılanamayacağını, farklı anlamları olduğunu söyler. Hasılı bizim dünya görüşümüz tasavvuftur. Dolayısıyla geri kalan her şey buna bağlı olarak anlam kazanır. Yani bizde esas olan dil değildir, esas olan manadır. Manadan sonra tabii ki lisanın da önemi vardır. (…) Sağlıklı dil sağlıklı düşünceden kaynaklanır. (…)” (s. 62-63)

Mısr-ı Kadîm‘den:

acaba ot gibi yerden mi bittim / acaba denizlerde mi şaşırdım / ve zamanı nasıl unutmaktayım /

zaman unutulunca mısr-ı kadîm yaşanabiliyor / kendimi unutunca seni yaşıyorum / yaşamak / bu ânı yaşamaktır

(…)

dut bu â’ru ünnek pahper / kama pet kama tâ / mısır metinlerinde okuduğum cümleler / seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi /

seninle bir bahçedeyiz geliyor bana / orada hem hem var hem yok gibiyim / daha doğrusu bütün bir bahçe oluyorum / insanlığından çıkarak / kama pet / kama tâ

Asaf Halet Çelebi (s.64)

‘Tasavvufun Yeryüzü Hayatı Hz. Âdem’le başlar’

Bir Allah dostu bir sohbetinde, ‘tasavvuf Hz. Âdem’le başladı’ demişti. Hatta ‘Hz. ‘Âdem’den önce başladı’ diye eklemişti. Bir tasnif önerisi olması açısından, nazarî (teorik -a.a.) sufizmin tarihini Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile başlatabilir miyiz? Şimdi tabii ki insanlık düşünce tarihini insanın belirdiği ilk yerden başlatmak gerekir. (…) Şimdi insanlığın din tarihi ilk insanla başlamışsa tasavvuf da dinin bir boyutu olarak onunla beraber balamıştır diyebiliriz. (…) Ne var ki Âdem ile tasavvufun yeryüzü hayatı başlamıştır. Ama bir de bunun daha ötesi vardır. ‘Âdem’in hamuru daha henüz karılmamıştı ben peygamberdim’ diyen bir peygamberin manevi hamuru söz konusu olduğunda ise, özel anlamıyla İslâm tasavvufu o zaman Hakikat-i Muhammediye kavramından yola çıkarak-yani o daha yaratılmamış olan Muhammed, yani Hz. Muhammed’in bedenli halinden evvelki, o saf Nur haliyle- Hz.Âdem’den evvele çıkmış oluruz. Tabi ki bu, işin daha dikey ve enfüsi boyuttaki tarihidir. (…)” (s. 65-66)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked