“Medeniyet, Düzen ve Özgürlük Sorunu”
İBRAHİM KALIN‘ın BARBAR–MODERN– MEDENÎ / MEDENİYET ÜZERİNE NOTLAR Kitabının (İNSAN YAYINLARI, Birinci Baskı 2018) MEDENİYET, DÜZEN VE ÖZGÜRLÜK SORUNU Başlıklı bölümünden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Âlemin fizikî-maddî nitelikleriyle onların dayandığı nizam, düzen, ahenk, adalet, ölçü ve güzellik gibi nitelikleri arasındaki ilişki kadim düşünce geleneklerinde geniş bir şekilde ele alınmış ve felsefeyi kozmoloji ile ahlâk arasında uzanan bir araştırma alanı haline getirmiştir. Tabiat ile insanın birbirini tamamlaması, her ikisinin de aynı evrensel ilkelere dayanıyor olmasından kaynaklanır. Dünya görüşü, âlem tasavvuru, ahlâk sistemi ve medeniyet kavramları arasındaki ilişkiyi sağlayan şey de evrenin düzenine hâkim olan ilke ve kurallarla, insanın yaşamına yön vermesi gereken erdemlerin aynı kaynaktan besleniyor olmasıdır. (…) Modernite öncesi medeniyetler, adalet ve düzeni sübjektif değerler değil, objektif ve ontolojik-kozmik ilkeler olarak kabul etmişler ve evrenin yapısıyla kendi yaşam biçimleri arasında bir bağ kurmuşlardır.
Romalı filozof ve devlet adamı Cicero’nun (ö. M.Ö. 43) “Sokratik Devrim” olarak formüle ettiği büyük dönüşüm, bu gerçeği teyit etmektedir. Cicero’ya göre “Sokrates, felsefeyi göklerden şehirlere getiren ve evlere sokan kişi”ydi. (…) Hukuk ve siyaseti felsefenin üstünde tutan ve görkemli Roma’nın yıkılışını bizzat müşahede eden Cicero’nun Sokrates’i bir ‘amelî (pratik) hikmet‘ filozofu olarak değerlendirmesi bizi şaşırtmamalıdır. (dipnot: Bununla beraber Sokrates’in bir ‘tabiat adamı‘ olmadığı da bir gerçektir. Phaidros 230, kısmen ironik bir şekilde Sokrates’in tabiatta kendini âdeta bir yabancı gibi hissettiğini söyler ve ekler: “Ben öğrenmeğe âşık biriyim. Ve benim hocalarım ağaçlar yahut kırlar değil, şehirlerde ikamet eden insanlardır.” ) Cicero’nun ve neslinin yaşadığı pratik ve acil sorunların ortaya çıkardığı bu sonuç, Sokrates’in temsil ettiği felsefe mektebinin, kozmik sorunlarla yakından ilgilendiği gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim Sokrates’in kâtibi, dostu, talebesi ve müridi Eflatun, Diyaloglar‘ın farklı bölümlerinde ve özellikle Timaios‘ta kozmoloji ile insan bilimi ve ahlâk arasındaki derin ilişkiyi etraflı bir şekilde ele alırken bu konuda bize önemli ipuçları verir.
Sokrates Gorgias’ta adalet, dostluk ve düzen kavramlarını tartıştıktan sonra bunların evrenle olan ilişkisini şöyle ifade eder: “Callicles! Bilge kişiler bize der ki, beraberlik, dostluk, düzenli ve ılımlı olma ve adalet yeri ve göğü, tanrı ve insanları birbirine bağlar. Bu yüzden bu evrene düzensizlik yahut ölçüsüzlük değil, kozmos yahut düzen adı verilmiştir. (dipnot: Plato, Gorgias, 507-508.) Sokrates’in burada zikrettiği beş erdem, hem evrendeki düzenin, hem de insanların erdemli bir hayat yaşamalarının gerek şartıdır. Bu erdemler olmadan kozmik ve sosyal düzende adaleti ve dengeyi tesis etmek mümkün değildir. (dipnot: Caesarea Piskoposu Eusebius’un (265-340) naklettiği bir rivayete göre bir gün Hintli bir bilge Atina’da Sokrates’le karşılaşır ve ona felsefenin ne olduğunu sorar. Sokrates “Felsefe, insanın hakîkatinin araştırılmasıdır.” cevabını verir. Bunun üzerine Hintli bilge bir kahkaha atar ve “İnsan, ilâhî hakikati bilmeden insanın hakikatini nasıl bilebilir?” der; bkz. Fernand Braudel, A History of Civilizations, s. 22-23. Bu hikâyenin 4. yüzyılda yaşamış bir piskopos tarafından naklediliyor olması, Kadim Yunan’ın en bilge kişisinin bile dönemin Hıristiyanları nezdinde temel bir dinî hakikatten uzak görüldüğúnü ima etmektedir. İlginçtir ki bu rivayetin kaynağı, Yunanlı müzisyen Aristoxenus’tur. Kendi anlatısında Yunanlar ve Hintliler arasında bir mukayese yapar ve Batı’nın (Yunan) ‘rasyonel‘, Doğu’nun (Hint) ise ‘mistik‘ olduğu sonucuna varır.) Benzer bir şekilde Kadim Mısır medeniyeti, “Adalet üzere yaşayan kişi, evrenin düzeniyle uyum içerisindedir.” ilkesinden hareket etmiş ve kozmik düzenle sosyal düzen arasında doğrusal bir ilişki kurmuştur. Mısırlıların ma’at kavramı, kabaca ifade etmek gerekirse, Yunan’ın logosuna, İslam’ın ‘hikmet‘, ‘akıl‘ ve ‘inayet‘ine tekabül eder. Düzen, ahenk, hakikat, adalet, inayet ve hukuk manâlarını içeren ma’at, Mısır mitolojisinde aynı zamanda bir tanrıça olarak da tasvir edilmiştir. Bunlar hem kozmik düzene hem de sosyal hayata hâkim olan ilkelerdir. (…)
Kozmik düzen ile sosyal düzen arasındaki ilişki 20. yüzyıl düşüncesinin de önemli tartışma konularından biridir. (…) Eric Voegelin, 20. yüzyılda ortaya çıkan kaos ve savaş durumunun, modern medeniyetin ve hassaten Batı düşüncesinin varlık ve evren tasavvuruyla ilişkili olduğu sonucuna varmıştır. Düzen ve Tarih’te bu ilişkiyi irdeleyen Voegelin, bir siyasî sistemin belirli bir varlık tasavvuruna ve evren anlayışına dayandığı tezini Batı düşüncesine uyarlar. Voegelin’e göre tarihte ortaya çıkan bütün kozmik ve sosyal düzenler, insan-insan yahut insan-tabiat ilişkisinden değil, insanın aşkın bir ilkeyle olan tecrübesinden kaynaklanır. Düzen fikrinin referansı, kendi dışındadır ve aşkın bir varlık mertebesini işaret eder. Zira “sosyal düzen, insanın varlık düzeniyle ahenk içinde olması halidir.” (dipnot: Eric Voegelin, Order and History, The World of The Polis (Louisiana: Louisiana State University Press, 1957), c. II, s. 2.) Burada belirleyici olan, insanın özgürlüğünü korurken, bir parçası olduğu ‘varlık düzeni‘yle ilişkisini nasıl tanımladığıdır. Bir sisteme anlam katan düzen ilkesi, sistemin içinde değil, onun dayandığı atıf çerçevesinde ve değer skalasında aranmalıdır. (dipnot: Bu yüzden Eflatun, Protagoras’ın ‘insan her şeyin ölçüsüdür.‘ aforizmasına şiddetle karşı çıkar; bkz. Plato,The Laws (London: Penguin Classics, 2005) Meşruiyetini kendi kendine atıfla inşa eden modern düzen fikrinin tersine klasik gelenek, büyük varlık dairesini esas almış ve eşyanın anlamını, bilen öznenin kognitif yeteneklerinin ötesinde aşkın bir ilkeyle temellendirmiştir. (…) Modernite, bireyin tercihlerinin içeriği hakkında normatif hükümler vermez; sadece bireyin tercih yapabilme özgürlüğünün önünü açar. sorgulanmasır vermez; sadece bireyin tercih yapabilme özgürlüğünün önünü açar. İçeriği esas alan öz-temelli (substantive) özgürlük kavramına karşılık modernite, süreçsel (procedural) bir özgürlük tanımı yapar. (…) Modernitenin vaadi, anlam değil özgürlüktür. Varlığın ve hayatın anlamına ilişkin her tür sorumluluğu da bireye bırakmaktadır. (…) Kısacası modernite anlamdan yoksun bir özgürlük vaadinde bulunurken, gelenek anlamlı bir hayat için belli sınırlar içerisinde hareket edilmesi gerektiğini söylemektedir. (dipnot: Bu tartışmanın modern Batı düşüncesindeki iz düşümleri için bkz. David Kolb, The Critique of pure Modernity:Hegel, Heidegger and after (Chicago: The University of Chicago Press, 1986), s. 1-19. Anlam-özgürlük ve gelenek-modernite tartışmasını medeniyet kavramına uyguladığımızda, modern medeniyet tasavvurunun temel gerilimlerinden biri çıkar karşımıza: Özgürlüklerimizden vazgeçmeden anlamlı bir hayat inşa edebilir miyiz? Özgürlük ile anlam arasında denge kurulmasına imkân veren bir medeniyet tasavvuru mümkün müdür? (…) Özgür olmayan kişi anlamlı bir hayat süremez. Manâ olmadan ise gerçek anlamda özgürleşemeyiz. Zira manâ özgürleştirir. (…)”
No Comments