Merhum M.Orhan Okay’ın yine merhum Necip Fazıl’ın şiiri üzerine bir yazısından alıntılar
“Necip Fazıl’ı nasıl bilirsiniz?” sorusuyla başlayan bu yazı (Sayı 159, Mayıs 2003), merhum Prof.Dr. M.Orhan Okay‘ın (1931-2017) daha önceleri merhum olmuş Necip Fazıl Kısakürek‘in (1904-1983) şiirlerinin estetik derinliği üzerine kaleme almış olduğu ve Dergâh yayınlarından çıkmış, İbrahim Tenekeci tarafından hazırlanan Dergâh Yazıları Güldestesi isimli kitapta (s.85) yer almıştır. Bu yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan ibâret bir yazı olacak bu.
“Necip Fazıl’ı nasıl bilirsiniz?” sorusu, bugün, ölümünden yirmi yıl sonra onu hâlâ seven, okuyan, anma günlerine katılan cemaat (teşkilatlanmamış toplumu kasdediyorum) nasıl biliyor, mânasına gelmelidir. Hiç şüphesiz insanımızın çoğu onu dinî-siyasî şiir, yazı ve faaliyetleriyle hatırlayacak ve öyle değerlendirecektir. Sevenlerin ve sevmeyenlerin çoğu. Gerçekten de Türkiye’de dinî yayın ve faaliyetlerin olağanüstü kontrollü hatta yasaklanmış olduğu bir dönemden sonra, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, İslâmî düşüncenin yeniden gündeme gelmesinde, zindelik ve hayatiyet kazanmasında Necip Fazıl’ın şahsiyetinin ve yazılarının önemli rolü olmuştur. Bu konuda onunla beraber şüphesiz başka isimleri de zikretmek mümkündür. Ancak Necip Fazıl’ı herhangi dinî konularda yazan diğer yazarlardan ayıran özellik şüphesiz onun sanatkâr tarafıdır. Böylece ‘nasıl bilirsiniz?’ sorusunun benim tahminime göre ikinci bir cevabı ile karşılaşırız: ‘Büyük şair!’ Belki bazılarına göre ‘büyük’ sıfatı mübalâğalı ve fazla görülebilir. Ama yine onu seven ve sevmeyen hemen bütün tenkitçilerin ortak görüşü, hiç değilse 1928-1945 yılları arasında neredeyse münakaşa götürmez şekilde Türk şiirinin zirveleri arasında bulunduğudur. (…), sanatkârlığını eksik bırakmamak için onun daha başka özelliklerini de zikretmek gerekir. Necip Fazıl çok yönlü ve eskilerin velûd dedikleri doğurgan bir yazardı. Din,siyaset,fikir ve felsefe alanlarında, hatta yakın devir tarihi üzerinde önemli yazıları ve kitapları var. (…) Biraz mübalâğalı da olsa, yazdıkları okuduklarından fazladır, demek de pek isabetsiz olmaz. (…) İlk şiirini 1923’te yayınlayan Necip Fazıl hayatının son günlerine kadar, demek ki altmış yıl şiir yazmaya devam etmiştir. Ancak şiirin estetik açıdan asıl büyük hamleleri 1928-1948 yılları arasındadır. (…) kategorik olmak her zaman için isabetli olmasa da Necip Fazıl’daki şairlik sürecini ‘Kaldırımlar’, ‘Çile’ ve ‘Sakarya’ şiirlerini nirengi noktaları almak suretiyle onar yıllık dönemlerin hamleleri olarak görmek mümkündür. Necip Fazıl’ın ilk şiirlerini yayınladığı Cumhuriyet döneminin başlarında Türk şiiri, bazı istisnai örnekler dışında, 1908 Meşrutiyetinde başlayan akımların uzantısı üzerindedir. Siyasî-fikrî ağırlıklı ideolojik hatta didaktik bir muhteva, çetin tarihî dönemin zorladığı hamasî konular, Anadolu’ya açılma özentisiyle halk şiirinin kötü taklitleri, dilde sadeleşme formülünün intikal devresi bocalamaları, aruz yerine hece vezninin kullanılmasındaki acemilikler… (…) Necip Fazıl, bildiğimiz ilk denemelerinden itibaren kendisine yeni bir şiir dili bulmaya çalışmıştır.(…) Şiirde tecrit(soyutlama), temel olarak plastik sanatlardaki aynı kavram ile paralellik gösterir.(…) Dış dünyadan zihnî yahut ruhî dünyasına dönen insan için bunu ifadede en selim yol, yeni bir kelime bulmak değil, ortak somut dünyanın kelimelerini kullanarak iç dünyasını karşısındakine duyurabilmektir. Eski tabiriyle teşhis’ten tecrid’e gitmektir.(…) Tecrit, şiirin ve felsefenin (metafiziğin) dilidir. Necip Fazıl, bildiğimiz ilk şiir denemelerinden itibaren kendisine yeni bir şiir dili bulma yolundadır.(…) Gerek kendi hatıralarından gerekse yakınında bulunmuş olanların anlattıklarından, onun gençlik yıllarından beri çok değişik bir yazar ve sanatkâr çevresinde bulunmuş olduğunu biliyoruz. (…) Abdülhakim Efendi’yi tanıyıncaya kadar, hatta tanıdıktan epey bir müddet sonra da bu bohem hayatı devam eder. (…) Böylece onu ilk şiirlerinden itibaren şu özellikleriyle buluruz: Sathî bir gözleme değil, derinliğe yönelmek; dış dünyaya, tabiata açılan temalarda bile iç dünyayı yansıtma vesileleri aramak; somut olanı değil soyutu anlatacak ifade tarzını yakalamak; sınırlı ve çerçeveli kalmak yerine zamanda ve mekanda sonsuza sıçramak; mevcut olanla yetinmek yerine aşkın olmak; belki bütün bu arayışları içine alabilecek bir kavramla mistiklik. (…) Asıl önemli olanı, psikolojik ve metafizik derinliği, dolayısıyla şiirde estetik derinliği ifade edecek tecrit dilini gösteren mısralardır. ‘Bu bütün günlerimin /İçime denk akşamı’ mısraları ondaki bu tecrit dilinin ilk örneği olmaktadır. (…) Necip Fazıl’ı şöhrete ulaştıran şiiri ‘Kaldırımlar’dır. Onun da ilk bölümüdür. Yayınlandığında Necip Fazıl yirmi üç yaşındadır. Çok nadir şairde yirmi üç yaş şiirde bir zirve müjdesi olabilmiştir. (…) Necip Fazıl’da asıl orijinal olan, yaptığı soyutlamalardır. “Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de / Kucaklamak isterim onu göğsüme alıp / Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de. / Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp” (s.85-92 arasından)
No Comments