Merhûme Ayşe Şasa’nın(1941-2014) “Yeşilçam Günlüğü” başlıklı, “Dergâh Yazıları Güldestesi”nde(Haz. : İbrahim Tenekeci, Dergâh Yay.) çıkan (s.445-448) yazısından alıntılar
” İçimizdeki yangın yeri ve eşyaların öcü üstüne
Son zamanlarda TV’de yayınlanan bazı yerli dizileri izlerken düşünüyorum. Bunların kimi, kurulu düzene hiçbir ciddi eleştiri yöneltmeyen; kimi ciddi, gayretli ve emek verilmiş bir eleştirel bakışa yeltenen çalışmalar. Ama her iki türün sırt dayadığı dünya, gündemde tuttuğu nesneler dünyası aynı.. Söz konusu dizilerin hepsinde demirbaş dekor ve aksesuarlar belli.. Lüks yazıhane-bar-içki bardağı-podyum-manken-köpüklü banyo-helikopter-gökdelen… Bir Amerikan way of life (Amerikan tarzı hayat) tasası, bir glamour (câzibe) endişesidir gidiyor.
Ancak bu ithal malı glamour‘un her zerresinde göze çarpan vıcık vıcık bir sefalet var.. Pırlanta ucuz yalancı taşı çağrıştırıyor, sarışınlığın ardında berber oksijeni var, gökdelen sanki betondan değil kartondan bir maket… (…) Bunlara korkunç özenilmiş, en iyi aranmış, bulunmuş..
İçinde yaşadığımız manevi evrenin derin, çok derin bir özelliği göz önüne alınmayınca bu sır çözülemez.. Bizim iç dünyamızda karanlık ve çok kasvetli bir oyuk gibi duran, dıştaki her türlü gösterişi, her türlü ihtişamı gülünçleştiren, kaba bir şakaya dönüştüren bir şey var.. (…)
Hafızası lobotomiyle alınmış, toplumunun sosyal dokusu hunharca parçalanmış, yerleşik değer sistemi hallaç pamuğu gibi atılmış, inanç sistemi ayaklar altına alınmış Türk insanının manevi dünyası, ona ne kadar sırt çevrilmeye kalkışılırsa kalkışılsın, engin, kasvetli, korkulu bir yangın yerini andırmaktan bir an geri durmuyor. (…)
TV’mizi ve sinemamızı bezeyen bu söz konusu sakaletin kendine has bir fenomenolojisine ulaşabilmek için, güncel dizilerin de dışına taşan bir repertuara göz gezdirmek gerek.. (…) O cicili, bicili, tuvaletli, şampanyalı ‘yılbaşı’ gösterileri.. (…) Mega-showlarımız, megastarlarımız, edalı, fiyakalı mega-şahsiyetlerimiz.. (…). Karton plastik menşeli operet kapitalizminin 60’lı yıllarda dar gelirli küçük burjuvazi arasında yaygınlaşmasına sebep olduğu bir karşı-kibir akımı, aynı derecede karton, biçimsel ve operet işi bir solculuğun gelişmesine yol açmıştı. Modern olmaya çalışan her nesne, her akım, her jest, yangın yerinin arkaik derinliği ve muhteşem hüznü tarafından kusulup dışlanmaya mahkûmdu. O yıllarda yapılan ‘sosyal adaletçi’, ‘eleştirel’ filmlerimiz de kartondan ve plastikten payına düşen hisseyi bol bol alıyordu. (…)
(…) Yangın yerleşik nesneleri silip süpürmüş. Sahiciliğin manevî boyutu 150 yıl önce pılını-pırtısını toplayıp göçmüş… Bilebildiği tek güvenlik alanına, müminin kalbine çekilip gizlenmiş.. Yerini yalanların putperest cehennemine terkederek..
Bu arada, ideolojik İslam’ın öncülüğünü yapmaya çalışan o ‘İslâmî filim’lerimizin konumu gözardı edilemez. Onların da kartondan, plastikten, işporta malı ‘kitsch‘den aldığı payı incelemek ayrı konu alanları oluşturur. (…)
İthal malı modernizme arka çıkan, modernde kök bulan her akımın, her tavrın, her jestin karton plastik kitsch cehennemin ayrılmaz unsuru olarak yalanın ve yalancılığın şampiyonluğunu yaptığı ve yapacağı göz önüne alınırsa şu sorulabilir: Hayatta, sanatta, sinemada sahicilik artık hiç olmayacak mı?
Kesin cevap kolay olmayabilir. Ama ben sahiciliğin ipucunu iki şeyde arıyorum. İbadetteki ihlasta, zulmü sorgulamaktaki samimiyette.. (…)
Bu kıvamı kavrayabilmek, eğilimlerine kulak vermek için bir kez daha İsmet Özel’in ‘Üç Mesele‘sini, ‘Waldo‘sunu, ‘Şiir Okuma Klavuzu‘nu ve öbür düzyazı eserlerini karıştırıyor, şiirlerine bakıyorum.. Sezai Karakoç’un şiirleri ve denemeleri elimin altında.. (…), Mustafa Kutlu’nun hikâyelerini, Nabi Avcı’nın, İsmail Kara’nın ve Mustafa Özel’in çalışmalarını yeniden tarıyorum.. (…) Tevhidin zamanı mekânı yok. (…)
İbadette ihlas, zulmü sorgulamakta samimiyet hâlâ mümkünse, içimizdeki yangın yerinde sürüp giden karton plastik egemenliğini en azından manevî planda sıfıra indirgeyip iptal etmemiz işten bile değil.. “
No Comments