Modern Müslüman ve Kimlik arayışı

 

Mahmud Erol Kılıç‘ın “tasavvuf düşüncesi Makaleler-Konferanslar I” isimli kitabının (SUFİ KİTAP 2.Baskı:2014) Modern Müslümanın Kimliği Refleksiv Bir Kimlik midir? başlıklı bölümünden (s.66-67-68-69 ) yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Modern zamanlarda kalbî bilgilenme ikincil, üçüncül konuma itilmiştir. Çünkü kalp modern Müslümanın epistemolojisinde (Bilgi kuramı / Marifet nazariyesi) yer almamakta, kalp küçümsenmekte, basitleştirilmektedir. (…) Herhangi bir refleks olmadan, kendi başına bırakılarak oluşan kimlik aslî kimliktir. (…) Modern Müslümanın bu manâda geliştirdiği kimliklerin çok otantik (aslına uygun), çok sahih, Geleneğe tâbî kimlikler olduğu kanaatinde değilim. Yanılabilirim, ama bu kanaatteyim. Modern Müslüman hukuku daha da öne çıkaran bir din anlayışı sergiler ki aslında o, geniş manâdaki İslâm anlayışının yüzde 18-20’sini oluşturmaktadır. (…) Oysaki tedebbür, tefekkür, düşünme konularındaki âyetler, hadisler ve ona işaret eden noktalar daha büyük bir yekûn işgal ederken, modern zamanlarda Müslümanlar, İslâm eşittir İslâm hukuku anlayışına gelmişlerdir. Bana göre bu, düşmanı ile kendini tanımlamanın bir patolojik vakıasıdır. (…) Modern zamanlara gelinceye kadar elbette ki İslâm hukuku da kullanılmaktaydı, ama birinci derecede hâkim olan hukuk değildi, Müslümanların irfanıydı, Allah’a yönelik yakınlığıydı. (…) Taj Mahal’i, El Hamra’yı, Süleymaniye’yi inşa edebiliyorsanız, kimliğiniz var demektir. (…) Ama siz bunları üretemediğiniz; sanatta, şiirde, edebiyatta, estetikte bir varlık ortaya koyamadığınız zaman, ister istemez birileri sizi, kendi karşısına alarak refleksiv bir hareket haline getirip kendi düşünce ve metodolojisini yansıtarak sizi de daraltmaktadır. (…)

(…) Siz farkında olmadan, bu oyuna gelerek, bu büyük muhteşem anlayıştan darala darala sadece İslâm hukukunun çok az bir bölümünü oluşturan ve askerî terminolojiye hapsedilmiş bir İslâm ideolojisi inşa etmeye çalışıyorsunuz. Bunların hepsinin modern ve patolojik problemli kimlikler olduğu kanaatindeyim. Geleneksel İslâm’da ise öteki ile bir kimlik bulmaktan ziyade, kendi beslendiği kaynakların ona verdiği kimliğin daha önde olduğunu görmekteyiz. Mesela, Osmanlı’da bir kişiye, ‘Evlâdım! Sen hangi bahçenin gülüsün?’ diye bir soru sorulurdu. ‘Sen kimsin?’ diye sorulmazdı. Sorunun kendisinde bile bir estetik var. Hangi kâmil nazarında yetiştin, hangi nefes sana değdi, demektir bu. Bunlar modernliğe tercüme edilemez. Nefesin değmesi, bir bahçenin gülü olmak, bize belki şiirsel, mistik ifadeler gibi geliyor. Hayır, geleneksel İslâm dünyasında hâkim kimlik bu şekilde belirleniyordu da onun için böyle sorulurdu.

Geleneksel İslâm anlayışında, kalbî bilgilenmenin çok önemli olduğunu, modern zamanlarda onun tahtından indirilerek yerine ikame başka bilgi melekelerinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bir teolog, illa bir yeri işaret edecekse, kalbini işaret etmesi gerekir. Matematikçiler, fenciler ise akıllarını işaret etmektedirler. Teologların şimdilerde daha çok kalbi terk ederek akla işaret etmelerini bir anlam kayması, omurga kayması olarak değerlendirmekteyim. Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî der ki: ‘Biz arifler bir kavramı, bir kelimeyi ilk defa icad eden kişi değiliz.’ Mesela vücûd (var olmak) kelimesini ilk defa biz icad etmedik, der. Tarihî süreç içerisinde, ‘Evvela mâ vudia’ yani bir kelimenin, bir kavramın ilk defa vaz’ edldiği (konulduğu) anlamı bilenler âriflerdir. Bunlara nebîler ve velîler denir. Nebîler ve velîler, insanlık tarihinde anlam kaymalarını yerine oturtmaya çalışan kimselerdir. Bu anlamları onlar icad etmedi. (…) Hz.Mûsâ’ya indirilmiş olan mesajda zaman içerisinde oluşan anlam kaymalarını düzeltmek üzere Hz.İsa geliyor. Dolayısıyla Hz. İsa’nın vaz’ ettiği (koyduğu) sistemde, kaymış olan anlam haritalarını da düzeltmek üzere Hz.Muhammed geliyor. İslâm dini içerisinde de bu anlam kaymaları devam edecektir. Başında da söylediğim gibi artık ilâhî vahiy beşer elindedir. Beşer elinde olduğu için de beşerin yapım edimine tâbidir. Gelenekte kalbin aslında bir bilme melekesi olduğunu görüyoruz. Geleneksel İslâm anlayışındaki akletme eyleminin merkezini Kur’ân’daki ‘Onların kalpleri var, o kalplerle aklederler.’ (Hac, 22/46) âyeti çok net bir şekilde göstermektedir. Ama ne var ki, geçen yüzyılın başından itibaren Müslümanların okumaları, bu âyetin belki gramerini değiştirmedi ama manâsını şu hâle getirdi: ‘Onların beyincikleri var, o beyinciklerle düşünürler’ hâline getirdi modern okuyuş tarzları. Oysa ki, kalbin yerini ve manâsını bilemediğimiz, ondan uzaklaştığımız için bunları yapmaya başladık. (…)”


No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked