Muallimlikte Kırk Yıl: “NurettinTopçu / Karakter ve Şahsiyet için”
“Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hayaya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yurekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. Bu mektepte edebiyat, tarih ve felsefe kültürü başta gelecek ve onun yetiştiricileri sadece bir memur değil, örnek insan olacaklardır. Din görevinin bile para ile yapıldığı bir düzenin tersine çevrilmesi lâzım geliyor. Ancak böyle yepyeni bir anlayışın benimsenmesiyle Türk millet maarifini kurmak ve ruhlarımızda rönesans açmak kâbil olacaktır.” ( Türkiye’nin Maarif Davası kitabından)
“Birlikte Fransa’ya gittiği veya ondan bir iki yıl önce yahut sonra giden arkadaşlarından bazıları, meselâ Enver Ziya Karal, Halil Vehbi Eralp, -tam tesbit edememekle birlikte- Sabri Esat Siyavuşgil doktoralarını bitiremeden döndüler / geri çagrıldılar, böyle olmasına rağmen üniversitede kolay yer bulabildiler. (bk. Bu kitap, s. 97-98)”
“Eldeki bazı sözlü ve yazılı bilgilere göre Nurettin Bey tezini savunduktan sonra Fransa’da kalma teklifleri aldı fakat bunlara itibar etmeyip 1934 yazı sonunda yurda döndü. (Zaten tâbi oldukları 1927 tarihli Talimatname geregi tahsilini ve tezini bitirdikten sonraki üç ay içinde Turkiye’ye geri dönmek ve 8 yıllık mecburi hizmete başlamak mükellefiyetindedir). Topçu’nun yeğeninin -muhtemelen bir kısmını kendisinden duymuş olarak- anlattığına göre kalma teklifinde bulunanlardan biri bizzat Hareket felsefesinin kurucusu M.Blondel’dir.”
“Maurice Blondel, doktora tezi kabul edildikten sonra, memlekete dönüş hazırlıklarına başlayan Nurettin Topçu şerefine evinde bir davet düzenliyor. Davette Paris Üniversitesi’nin bazı profesörleri (belki jüri üyeleri) de bulunuyor. Yemekte çeşitli felsefe meseleleri hakkında sohbet ediyorlar.”
M.Blondel, sohbetin sonunda Topçu’ya, ‘Paris Üniversitesi rektörü ile görüştüm. Seni üniversitenin felsefe bölümüne tayin etmekten memnun olacaklarını söyledi. Ne düşünüyorsun‘ diyor. Topçu ‘Teveccühünüze teşekkür ederim. Vatanıma döneceğim. Devletime ve milletime hizmet edeceğim‘ diye cevap veriyor.
M.Blondel, ‘Senin ne cevap vereceğini biliyordum. Ancak, bu teklifi yapmak liseden itibaren (fahrî) hocan olan benim için bir görevdi.‘ diyor ve devam ediyor: Ancak şunu hiçbir zaman unutma ve ümitsizliğe kapılma. Doğuda en az bir asır daha felsefe yapılamaz. (dipnot: Tuncer Enginertan, “Çağdaş Bir Mistiğin Hayatına Dair Bazı Notlar”, Nurettin Topçu kitabı içinde, ed. İ.Kara, s.92. Benzer bir rivayet talebelerinden Bozbeyli üzerinden de gelmektedir. bk. Yalnız Demokrat-Fertuh Bozbeyli Kitabı (nehir söyleşi), haz. İ.Dağı-F.Uğur, İstanbul, Timaş Yay.,2009, s.50.)
Topçu’yu Avrupa’da kalmaya ikna etmeye çalışanlardan biri de Paul Molla’dır. O da Türkiye’de uzun yıllar daha felsefe ve ilim yapılamayacağı kanaatındadır. Ayakta birkaç saat süren son görüşmelerinde de ikna edemeyince Topçu’ya sormuş, “peki oraya gidip ne yapacak, kimlerle çalışacaksın?” Muhatabından “hiç kimseyi bulamazsam din adamlarıyla, hocallarla çalışırım” cevabını alınca daha meyus bir şekilde ve olmaz manâsına basını öteye beriye çevirmiş… Paul Molla’nın aynı görüşmede “siz Türkiye’de inkılap yapmak istiyorsunuz ama hocalar varken bir şey yapamazsınız” dediği rivayeti de vardır.
O’nun eserlerinde karşılaştığımız din adamları, mevlithanlar ve şeyhlerle ilgili sert tenkitlerin kaynaklarından biri de din anlayışı kaynaklı başka sebepler yanında belki bu karşılık bulamamış düşüncedir (dipnot: bk.M.Fatih Birgül, age,I,140. Ayrıca bk. T. Enginertan, agm, s.94. Emin Işık Paul Molla ile olan bu görüşmeyi Topçu’dan naklen biraz farklı bir şekilde aktardıktan sonra su cümlesine yer verir: “Benim din adamlarına kızmama bakmayın,hayatta sevdiğim üç kişi varsa üçü de din adamıdır.” Emin Işık, “Nurettin Topçu ve Din Adamları”, Nurettin Topçu’ya Armağan, s.176.
Topçu yurda döndükten bir yıl sonra Hüseyin Avni Ulaş’ın üvey kızı Fethiye Hanım’la kısa sürecek bir evlilik yapar (resmî kayıtlarda evlilik ve boşanma tarihleri 12.IX.1935-15.IX.1937 olarak verilmektedir. İlk ve son evliliği budur. (Ezel Erverdi’nin aktardığına göre Topçu kendisine “ayrılmada kabahatli bendim” diyecektir. Ezel Erverdi, age, s.71) Yine Ezel Erverdi kaynaklı olarak Nurettin Bey, “Zamana ve şartlara göre değişmeyen sadece iki insan tanıdım; Abdülaziz (Bekkine) Efendi ve Hüseyin Avni Bey” dermiş. (dipnot: Topçu’nun Hüseyin Avni Bey hakkında yazdığı altı yazı için bk. Millet Mistikleri, s.11-76. Ayrıca bk. M.F. Birgül, age, I, 68-74, 356-70. Orhan Okay’a yazdığı 15 Mayıs 1968 tarihli mektuptaki ifadesine göre Hüseyin Avni hakkında müstakil bir kitap yazma düşüncesi olmakla beraber bu gerçekleşmeyecektir. bk. M. Orhan Okay, Anadolu’dan Hatıralarla Nurettin Topçu’nun Mektupları, Ankara, Cümle Yay., 2015, s.162.
Topçu Hoca İstanbul’da basılan Hareket dergisini İzmir’de bulunduğu yıllarda yayımlamağa başladı (Şubat 1939). Hareket’in 4. sayısında yayınlanan ve zımnen Cumhuriyeti kuran kadroyu tenkit eden ‘Çalgıcılar‘ başlıklı hikâye türu bir yazıdan (Hareket, sayı: I/4, Mayıs 1939, s.110-11, Nizam Ahmed müstearıyla. Bu iki sayfalık kısa yazı Taşralı‘nın yeni baskısına alınmıştır; İstanbul, Dergâh Yay.,1998, s.293-95)
“(…) Bir asırdan beri memleketimizin başta gelen derdi medeniyet meselesidir. Geçmişte büyüklüğü dünyaca bilinen Türk milletinin medenî varlığa sahip olmadığını önce Batı’yı tanıyanlar ortaya attı. Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar Batı’nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı’nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil ‘Avrupa’ya benzemek için ne yapalım?‘, ‘Garplılaşma nasıl olmalı?‘ diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan ssürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında baglandıkları aşagılık duygusu olmuştu. (…)
Böyle bir içten yıkılış faciasının karşısına dikilen muhafazakâr zümre, Batı taklitliğini protesto ederken sade taassubunu kullandı. Onlar için mesele sadece Batı’ya benzememek davasıydı; millî varlığımız bir fikirleri yoktu. İnkılapçılar, örflerle kıyafet değiştirmede kurtuluşumuzun sırrını aramak gibi gülünç bir davaya kendilerini kaptırırlarken, muhafazakârlar, eski hayat şekillerine sımsıkı bağlanmada felah ümidi buldular. Batı’nın şekillerini, gümrüklerden mal çıkarır gibi memleketimize sokanlarla sakalda ve sarıkta kerâmet bulanlar kıyasıya birbirleriyle çatıştılar. Hâlâ o çatışma devam etmekte.
Her iki tarafın gâfil olduğu şey, kendi millî kültürümüzü yoğurmanın lüzumlu oluşudur. Hakikatte, bin yıllık tarihimiz içinde ortaya konmuş olan Anadolu Müslüman Türk kültürünü örfleri, folkloru, edebiyatı ve güzel sanatlarıyla, tasavvufu ve tarikatlarının felsefesiyle, İslâmî ahlâkıyle bir potada yoğurmak, davanın esasını teşkil ediyordu. Öyleyken bunların hepsini ayakları altına alıp Garplılasma sevdasına kapılan aşağılık ruhlar, milletimize önderlik görevinde aralıksız nöbet değiştirdiler.”
No Comments