Müellifi Abdülkerîm el-Cîlî, Mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına hazırlayanları Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal olan “İnsân-ı Kâmil” isimli kitaptan (İz Yayıncılık, 4. Baskı, 2015) alıntılar

 
“(…) Burada îzahı gerektiren bir mesele daha olup, o da Allah’ın kitabında ve ahâdîs-i şerîfede gelen karşılıklı meselelerdir. Misalleri: ‘Sen sevdiğini hidayet edemezsin (doğru yola getiremezsin); fakat Cenâb-Hak istediğini hidâyet eder’ manasına olan (Kasas, 27/56) âyeti ile; ‘Sen elbette sırât-ı müstakîme hidâyet edersin’ (Şûrâ, 42/52) âyeti. Keza manâları ‘Allah’ın evvela halk ettiği (yarattığı) akıldır; Allah’ın evvela halk ettiği kalemdir; Allah’ın evvela halk ettiği, ya Cabir Peygamber’inin nurudur.’ Bunlar birbirlerine mukabil (karşılık) gelmiştir. Bu gibi karşılıklı meselelerde tarzların en güzeli, tam olanı ne ise oraya isnat etmekle anlamlandırırız.(…)” (s.35) “(…)İnsân-ı Kâmil’in izâhâtı olmadıkça işaret olunan(Kitâb)ı halletmek mümkün olmadığı gibi, Hak Teâlâ ve tekaddes hazretlerini de isimleri ve sıfatları cihetinden, başka sûretle marifete(tanımaya) yol yoktur. Kul evvela Hakk’ı, mutlak sûrette, isimleri ve sıfatlarında görüp, daha sonra muhakkak surette olarak zât marifetine terakkî eder.(…)” “Manzûmenin tercümesi’nden: ‘Yâ Rabbi! Seni idrakte hayretteyim! / Aşkın yolunda yollarım daraldı. / Aklın tedbîrin husûl-i emelime yardımı yoktur./ Ya Rabbi!kalbim seni nasıl tahammüle kuvvet bulabilsin? (…) ‘Ben mevcûd değilim’ desem, rûhumun madûm olması lâzım gelir./ Halbuki rûhum kavlimde ve amelimde mevcuttur./ ‘Mevcûdum desem yine yalan söylemiş olurum / Nasda illet-i mucibesiz hiçbir mevcud görmedim.’ ” (s.48) Bâb-ı evvel / Zât Hakkındadır Ey hakîkat talibi bil! Mutlak zât, isimler ve sıfatların varlıkta değil, belki taayyünde aslı ve kendisine dayanılan şeydir. Her isim yahut sıfat ki, bir şeye dayanmıştır, işte o şey Zat’tır. (…) Mevcud iki türlüdür. Biri sırf mevcuddur, o da Zât-ı Bârî’den ibarettir; diğeri ademe(yokluğa) katılmış olan mevcuddur, bu da mahlukat zâtından ibârettir. Mukaddes ve müteâlî(yüce) olan Hakk’ın Zatı’na gelince: O kendinin ulu varlığı olan nefsinden ibarettir. Çünkü Zâtullah nefsiyle kaimdir. Hüviyetiyle isimlere ve sıfatlara müstehak olan o Zât’tır. Kendindeki her bir kudsî manâ ile gereken her suretle (tasavvur eder) sûretlenir.(…) (s.52)

“(…) Vasıflananın hakikati olduğun tahakkuk ederse, yani bu hakikate yakînî ilim hâsıl olursa, o zaman ‘alîm’ sensin; bu takdirde ilim zarûrî olarak sana tâbidir; fazladan üstelemeye ihtiyacın olmaz. çünkü sıfat vasıflanana ilişkin ve tâbidir; vasıflananın varlığıyla mevcut, yok olmasıyla kayıp olur. (…) ” (s.72)

“(…) İlâhî sıfatlar içinde vasıfların aslı ‘Rahmân’ ismidir. Çünkü bu ‘Rahmân’ ismi, Cenâb-ı Hakk’n ‘Allah’ ismine karşılıktır. İkisinde de ihata ve şumûl vardır. Aralarındaki fark ‘Rahmân’ ihata ve şumûl ile beraber ‘vasıflık’ın mazharıdır. ‘Allah’ ismi, şumûl ve ihata ile ‘ismiyet’in mazharıdır.

Şurası da bilinmelidir ki, ‘Rahmân’, varlıktan ilmiye mertebesi sahibinin alemidir (nişanı); noksandan ârî olan ihata edilen kemâle şâmil olmak bu âlemde şarttır. Yalnız halka nazar yoktur.

(…) Zât bilinir, görülmez; sıfat görünür; bilinmez.(…)” (s. 73)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked