Müslümanlar Yeniden Düşünmeğe Nereden Başlamalı?
Ahmet Ayhan Çitil‘in bu başlık altında çıkan yazısının (Teklif 2 aylık düşünce dergisi, sayı 11/ Eylül 2023, Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı AŞ adına MUSTAFA ALBAYRAK) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, her alanda yaşanan değişimlerin hızı, belki de tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar yüksek. Söz konusu değişimler, beraberinde büyük riskleri ve sınır aşan sorunları getiriyor. (…) Bilimler, bir zamanlar metafiziksel kabul edilen konulara giriyor ve insanlığa yeni bir konumlandırma önerisi getirmeğe çalışıyor. Değişim, medya üzerinden, özellikle sanat aracılığıyla topluma yayılıyor. Öte yandan, sanki yaşanabilecek her şeyin yaşanmış olduğuna, insanlığın kadim sorunlara çözüm olabilecek tüm düşünce yollarının denendiğine ve bir şeylerin en sonuna gelindiğine dair bir tükenmişlik ve kayıtsızlık havası var.
İnananlar özelinde de çok iç açıcı bir tablo yok. Yapılan araştırmalarda bir yandan dindarlığın arttığına dair sonuçlar elde edilirken, bir diğer yandan da Allah’a inancın veya dinî mensûbiyetin zayıfladığına dair iddialar öne çıkarılıyor. İnsanlar, bilhassa gençler, çok farklı gerekçelerle dinden veya dinî düşünceden kopuyorlar. (…) Şer problemi nedeniyle Tanrı’nın olmadığını, olsa da zalim olduğunu düşünenlerin var olduğu gibi; dinî söylemin ikiyüzlülükle nihayetlendiğini öne sürenler de var. Pek çokları kendi hayatına, bir peygamber de dahil, başkalarının karışmasını arzu etmediğini söylerken diğer bazıları Tanrı’ya veya dine inancını koruyarak bugünkü hayata nasıl katılacağını tasarlayamadığından dert yanıyor.
Herhangi bir birey olarak, hızla akan görsellikler, aforizmalar, emojiler, (…) çağında yavaşlamak için; kendimizle kalabilmek, kendimize dönebilmek için; çevremizde olup bitenler biz onları fark edemeden ve anlamlandıramadan geçip gitmesinler diye; sürekli tepki vermek durumunda olduğumuz, tepkilerimiz üzerinde çok fazla düşünmediğimiz, artık tepkilerimizin rastlantısal bir toplamına indirgenme eğiliminde olduğumuz bu hayatta, kendimizi daha bütünlüklü bir bakış açısından konumlandırabilmek için; bizi sarmalayan gerçek ve sanal ortamlardan aktarılan bilgileri daha iyi değerlendirmek için; zihnimizi düzenli biçimde odaklayarak hatırlama yetimizi güçlendirebilmek için; (…) bir eylem olarak düşünmeğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Herhangi bir inanan olarak ise dinî inançları zayıflatan düşünce akımlarının arka planını daha net görebilmek ve onlarla hesaplaşabilmek için; yukarıda saydığımız gelişmelerin içinden geçerek tahkîkî bir imana ulaşabilmek için; insanlık tarihinin tüm müktesebatını (kazanımlarını) dikkate alarak nasslarla irtibat kurabilmek için; ümmetin karşılaştığı son derece ağır sorunların nedenlerini çözümleyebilmek ve çözüm önerileri getirebilmek üzere; insanlığa şahit ve en hayırlı ümmet olmanın yükünü hakkıyla taşıyabilmek için; (…) bir eylem olarak düşünmeğe daha da çok ihtiyacımız var.
Genelde insanlar, özelde inananlar olarak bir düşünme ödevi bizi bekliyor. (…) İslam dünyası, günümüzde ne çağdaş bilimlerle ne de İslâmî ilimlerle ilgili yeterli miktarda ve üst seviye nitelikli düşünce üretemiyor. Ne çağdaş düşüncenin nereye geldiğiyle ne de yaşadığımız sorunların kökeniyle ilgileniyoruz!
(…) Ancak hangi soruların üzerine kafa yormamız gerektiğini, hangi derinlikte ve kapsamda bir çabaya ihtiyaç duyduğumuzu en baştan fark etmeliyiz. (…) Soruyu şöyle de sorabiliriz: Yeterince ve hakkıyla düşünmüyor olmamızın arkasındaki kök sorun nedir?
Bu yazının devamı için bir çıkış noktası olarak şu tespitten hareket edebiliriz: Müslümanlar olarak bizler kendi akâidimizi koruyarak, kendimiz kalarak düşünebileceğimize yönelik itimadımızı yitirmiş durumdayız. Son birkaç yüzyılda düşünsel ve toplumsal düzeylerde öyle yoğun değişimler yaşandı ve yaşanıyor ki Müslümanlar en başından parçası olmadıkları/olamadıkları bu süreç karşısında kendilerini son derece güvensiz hissediyorlar. Bu güvensizliği aşmak üzere kendisine müracaat edilen düşünme biçimlerinin ise bu derde çare olmadığını üzülerek müşâhede ediyoruz.
Bu düşünme biçimlerini Aklî, Tasavvufî-İşrakî, Selefî olarak üç grupta ele alabiliriz ve her birinin ne anlamda eksik kaldığını çözümlemeğe çalışabiliriz. Bilindiği gibi Aklî yaklaşımların en kökeninde aklın hakikatle irtibat kurmada yeterli bir zemin sağladığı düşüncesi yer alıyor. Heyhat yukarıda andığımız ve son birkaç yüzyıla yayılan düşünsel değişimler bu varsayımı derinden sarsmış durumda. Artık akla dayalı bir metafiziğin ve usûl olarak böyle bir metafiziği çıkış noktası kabûl eden yaklaşımların bizi hakikate ulaştırabileceğine dair derin bir güvensizlikle karşı karşıya bulunuyoruz. Tasavvufî yaklaşımlar ise çağdaş ethos bakımından kendisi bir sorun olarak anlaşılıyor. Modern düşünce ve yaşam biçimleri, tasavvufî bir yetkinleşme / kemâl emelini anlamlı bulmadığı gibi hukûkî-siyasî bir formalizmin dışında kalan mürşid-mürid ilişkisine de en hafifinden şüpheyle yaklaşıyor. Selefî yaklaşımlar ise yukarıda andığımız güvensizliğin de bir sonucu olarak, bir tur köklere dönme çabası olarak tezahür ediyor ve bize nasslarla irtibat kurmanın oldukça ‘ham‘ bir versiyonunu öneriyor. Sonuçta da çağdaş dünyayla uyum sağlamak şöyle dursun, onun için bir tehdit olarak anlaşılan akımlar ve grupların ortaya çıkmasına yol açıyor.
Bu noktada çözümlememizi bir ileri aşamaya taşımadan andığımız bu düşünce biçimlerinden ilk ikisinin, Müslümanların tarihlerinde yaşanan sıkıntılı dönemlerin ve hattâ krizlerin aşılması çabası içerisinde şekillendiklerini hatırda tutmak gerekiyor. (…) Bunları hatırımızda tuttuğumuzda, Müslümanların düşünce geleneğini oluşturan temel yönelimlerin kökeninde, bir zamanlar yaşanan krizler karşısında düşünme ödevini yerine getiren Müslüman düşünürlerin yer aldığını söylemek pek yanlış olmaz.
(…) Tüm bu söylenenlerden çıkarılacak bir sonuç, şu anda da bir kriz içerisinde olduğumuz, belki bu krizin geçmiştekilerden daha ağır olduğu ve daha önceki krizlerde de olduğu gibi düşünmeden bu krizin içinden çıkamayacağımız olabilir. Düşünce, neyin olduğuna değil; neyin henüz olmadığına odaklanarak canlanabilir.
İslam Ansiklopedisi’nin tecdid maddesinden bir alıntıyla çözümlememize devam edelim:
XIX. yüzyıla kadar müceddid olarak adlandırılan kişilerin en önemli özellikleri, ortaya çıkan sorunları kalıcı biçimde ve bir yönteme bağlı şekilde halletmeleridir. (…)
Yeterince ve hakkıyla düşünmüyor olmamızın arkasındaki kök sorun nedir? İslam dünyasında düşünmeyi yeniden canlandırmağa vesile olması umulan böyle bir sorudan hareket edilmesi gerekmektedir. Sorunu teşhis etmeden ne yönde adımlar atmamızın lehimize olacağını kestirmemiz oldukça güçtür.
Tüm bu arka planda varılabilecek bir sonuç; Müslümanların yeni bir düşünce tarzı geliştirme, yeni bir ilim dalı ihdas etme ve bu düşünce tarzını icra eden yeni bir âlim tipi yetiştirmenin arifesinde olduklarıdır.”
No Comments