Mustafa Kutlu’nun yazısından…

 

Usta bir hikaye ve deneme yazarı olan Mustafa Kutlu‘nun “Hastalık, beslenme ve diğerleri” başlıklı gazete yazısının bazı yerlerinden alıntılar sunacağım; gerektikçe özetleme yaparak ve bana düşündürdüğünü belirterek.

“(…) Geçende televizyonda konuşan aklı başında bir akademisyen, “Tıbbın gelenekseli, moderni olmaz. Bir tek tıb vardır dünden bugüne gelir” diyordu.
Bu ayrımı yapan esasen ilaç tekelleri, şirketleri imiş. Doktor öyle dedi.
Bunlar öyle güçlü kuruluşlar ki, önce ilacı üretiyorlar, sonra ona uygun bir hastalık buluyorlarmış.
Dünya çapındaki bilimsel yayınlara bunlar hakim imiş. Kongreleri bunlar finanse ediyormuş. İlacın üretiminden tüketimine kadar geçen tüm sürece hakim imişler.
Hastalıkların temelinde çokluk beslenme alışkanlıkları olduğu için bu sahayı da besin üreten şirketlerle ortaklaşa kontrol ediyorlarmış. (Aklıma hemen bir dönemde Etyen Mahçupyan’ın kanserle ilgili ilaçlar konusunda görüş açıklamaya kalkması ve karşısında muazzam bir tepki cephesini bulması geldi.)
Artık hepimiz biliyoruz ki; yakın zamana kadar “Aman yumurta yemeyin zararlıdır, aman tereyağı yemeyin damarlarınız tıkanır” diye bizi yönlendirdiler.
Meğerse tereyağını tehlikeli bulmaları bize margarin yedirmek içinmiş.”
Yazısının burasında yazar, GDO’lu besinlerin zararlı mı zararsız mı olduğuna dair bir tartışmayı izlediğinden, birbirini tanıyan ve hepsi akademisyen olan tartışmacıların sonunda birbirine düştüklerinden, birbirlerini böylesi ürünleri satan şirketlerin adamı olarak suçlamaya başladıklarından söz ederek dehşet içinde kaldığını ve gece ikiye kadar izlediği televizyonu kapattığını söylüyor. Sağlığımız ve beslenmemizin, bu alanda öğrenim gören çocuklarımızın kimlerin eline eline düşmüş olduğundan yakınıyor. Haklı ve sanıyorum benzer ve farklı konularda bazı programları izlerken aynı ruh hâlinde oluyoruz önemli bir kısmımız.
Şunu da söylüyor: “Bir de her ortamda doğruyu söyleyenler var ki onlara müteşekkiriz.” Örnek de veriyor: Dr.Yavuz Dizdar’ın Hayy Kitap Yayınları’ndan çıkan “Yemezler” adlı eserini.
Ayrı bir başlığın “Yemesek de Yedirirler” olması gerektiğini ifade ediyor.
Çiğ köfteden söz ediyor. (Merak ediyorum, onun hakkında ne diyecek.)
“Döner ve ekmek arası köftenin saltanatını yıkarak tahta oturmuş. Her ikisinden de fazla satıyormuş”, (…). ‘Simit Sarayları’ ile benzeştiriyor durumunu. Tercihin sebebini de söylüyor: çok lezzetli ve ucuz olması. “Taşranın metropole taşınması ile birlikte mahalli lezzetler de geldi.” diyor.
Son sözü: “Beslenmemize dikkat edelim, hastalıkların temelinde bu var, mümkün olduğu kadar az yiyelim.”
Ve “madalyonun öteki yüzü”:
“Memur-Sen’in açıklamasına göre ülkemizde yoksulluk sınırı dörtbin lirayı geçti. Biliyorum vatandaşın büyük bir kesimi bana sitem edecek. ‘Ne demek az yiyin Hocam! Bulsak da yesek’ diyecekler. Haklılar.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked