“Müstağnîlik ve Zenginlik Mertebesi / el Ğani İlahi İsmi”
Fütûhat-ı Mekkiyye (Müellifi: Muhyiddin İbn Arabî, Çeviri: Ekrem Demirli, LİTERA YAYINCILIK, İSTANBUL-2012, 17. Cilt) s.158-159’dan yapacağım birkaç alıntılama oluşturacak bu yazıyı.
“Dikkat edin! el-Ğani zatı gereği zengin olandır / Bütün cemal sıfatlarında da kimseye muhtaç değildir O /
Kulun varlığı kendisinden kaynaklanmış olsaydı / Hibelerinin yüceliği nedeniyle mertebeleri de yücelirdi /
Fakat Hakk’ın varlığı onların varlıklarını sildi / İzhar ettiği kelimeler ve hakikatler Allah’a ait /
Bunu diyorum ve sözüm doğrudur, yalan değil ! / O’nun ihsanlarından nasiplenmek istedim ben /
Hakkı arif olan kişi hürmet eder bana /. İfa etmezden önce de ecrini veririm
Bu mertebenin sahibi Abdulğani ve Abdulmuğni diye isimlendirilir. Allah şöyle der: ‘‘Allah âlemlerden müstağnidir.’ (Âl-i İmrân 3/97) Başka bir âyette ‘O zengin eden ve fani kılandır.’ (en-Necm 53/48) der. Hz. Peygamber bu mertebeden ‘Zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir’ demiştir. Tacirleri düşün! Ömrü boyunca kendisine, hattâ bakmakla yükümlü olduğu insanlara yetecek kadar mala sahip olduğu halde gönül zenginliğine sahip olmayan kimseler görürsün. (…) İçindeki boşluğu kapatmak üzere tehlikeli yerlere gidecek kadar imkânı olsa bundan çekinmezdi. Hâlbuki tacir sürekli gönül zenginliğinin peşindedir de bunun farkında değildir.
Bilmelisin ki, zenginliğin ilk derecesi var olanla yetinmek ve ona kanaat göstermektir. (…) Başka bir ifadeyle zengin, Allah’ın kendisine gönül zenginliği verdiği kişidir, fazla mala sahip olan değildir. Malı fazla olduğu halde fakirlik insan üzerinde hüküm sahibidir. Öyleyse insan zâtı gereği fakirdir, çünkü mümkündür; dolaylı olarak ise zengindir, çünkü üzerinde yaratıldığı suret nedeniyle zengindir. Bu durum insana nispetle ortaya çıkan bir haldir. Bununla birlikte insan Hakk’ın âlemi yaratma maksadıdır. (…) Bu itibarla insan-ı kâmil âleme âlemden müstağni olarak bakarken Rabbine ise kendisine muhtaç olmakla bakar. Bu iki yön nedeniyle insanın Allah katında vecîh yani saygın olamayacağı söylenmiştir, çünkü insan O‘nun katında her zaman fakir ve zelildir. Buna karşılık âlemde vecîh (saygın, büyük) ve İzzet sahibidir. Rabbi hakkında bilgisi olmayan hayvan insan ise sürekli âleme muhtaçtır. Bununla birlikte ilâhî gayret, ‘Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah zengin ve övülendir‘ (Fatır 35/15) âyetiyle âleme muhtaçlığı ortadan kaldırmıştır. O halde kendisini ‘âlem’ olarak görürken âlemden müstağnîlik tadını tadan kişide bu şartın belirli ölçüde gerçekleşmiş olması gerekir. Başka bir ifadeyle böyle bir insan Allah’ın müstağnîliğinden bolca bir nasip elde etmiştir. Bununla birlikte kendi hakkındaki en yüce makamdan da perdelenmiştir, çünkü âlem onun tarafından görülürken ondan müstağnî kalmakla nitelenir. Müşahede ettiği Hak olsaydı, âleme bakarken Allah’a muhtaçlıkla nitelenmiş olup kendisi adına en üstün makamı elde ederdi. O makam Allah’a sürekli muhtaçlık makamıdır. Bu makamda insan Rabbine bağlanır. Buna mukabil müstağnîlik aşırı yakınlığı bildirir: Aşırı yakınlık ise aşırı uzaklık gibi perdedir. (…) Ârif yakınlık ve uzaklık arasındaki belirli bir mesafede ve ölçüde bulunduğunda, gayeye ermiş demektir. Bu hususta tam şeref insana mahsustur, çünkü şeref ancak iki ucu bir araya getiren ‘berzahtakiler’ adına meydana gelebilir. Allah -iman yoluyla- bize şah damarından daha yakın olduğunu bildirmiştir. Ne ki, bu aşırı yakınlığa rağmen biz O’nu göremeyiz. Allah bize vahiyle Arş’a istiva ettiğini (kapladığını / örttüğünü) bildirmiş, bu aşırı uzaklığa rağmen genel itibarıyla O’nu yine göremeyiz. Kim Hakkı müşahede eder ve görürse, O’nun (âlemle) beraberliğinde kendisini müşahede etmiştir. Bu durum ‘Her nerede olursanız O sizinle beraberdir‘ (el-Hadid 57/4) âyetinde belirtilir. Hakk’ın görünmesinin ifadesi budur. (…) Allah seni müstağni kıldığında, hiç kuşkusuz, en yakın makamda seni uzak kılmış demektir; muhtaç kıldığında ise uzaklıktayken yakınlaştırmış demektir.”
No Comments