“Necip Fazıl’ın Şiirlerinin Estetik Derinliği”
DERGÂH Edebiyat Sanat Kültür Dergisi Dergâh Yazıları Güldestesi (Hazırlayan: İbrahim Tenekeci, dergâh yayınları, 1.Baskı: Ocak 2007) kitabında çıkan M. Orhan Okay‘ın bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden başlık altındaki yazısından (s.85-99) yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
‘Necip Fazıl’ı nasıl bilirsiniz?’ İslâm geleneğinde her cenazenin arkasından sorulan suale, hemen istisnasız ‘iyi biliriz‘ cevabını vermek âdet olmuştur. Bu bir af temennisidir, şahsî haklarımızın helâli demektir. Fakat ‘büyük adam‘ dediğimiz sanatkâr, âlim, veli ve devlet adamları için ‘nasıl bilirsiniz‘in cevabı daha derinlerde olmalıdır. Bu kişiler için artık şahsî sempatilerimiz veya antipatilerimiz değil, şuurumuz, hafızamız ve değer yargılarımız konuşmalıdır.
‘Necip Fazıl’ı nasıl bilirsiniz?‘ sorusu, bugün, ölümünden yirmi yıl sonra onu hâlâ seven, okuyan, anma günlerine katılan cemaat ( teşkilatlanmamış toplumu kasdediyorum) nasıl biliyor, manâsına gelmelidir. (…) Ancak Necip Fazıl’ı herhangi dinî konularda yazan diğer yazarlardan ayıran özellik şüphesiz onun sanatkâr tarafıdır. Böylece ‘nasıl bilirsiniz?‘ sorusunun, benim tahminime göre, ikinci bir cevabı ile karşılaşırız: ‘Büyük şair!‘ (…) Ama yine onu seven ve sevmeyen hemen bütün tenkitçilerin ortak görüşü, hiç değilse 1928-1945 yılları arasında neredeyse münakaşa götürmez şekilde Turk şiirinin zirveleri arasında bulunduğudur. (…) Biraz mübalağalı da olsa, yazdıkları okuduklarından fazladır, demek pek de isabetsiz olmaz. (…) Eskilerin nüfuz-ı nazar (bakış derinliği) sahibi dedikleri cinstendi. Bu bakımdan siyasî, fikrî ve özellikle tarihî eserlerine, bir takım hadiselerin özel bir yorumu gözüyle bakmalı, hattâ bilgi bakımından bazı hataları olacağı da kabul edilmeli (dipnot: Ufuk Kitapları yayınlarının ‘20. Yüzyılda Türk Kültürüne Yön Verenler‘ dizisi içinde çıkan ve Necip Fazıl’ın fikir yazılarından derlediğim Kendi Sesinin Yankısı adlı antolojiye yazdığım ‘Sunuş‘ yazısında da aynı ihtiyatlı ifadeleri kullanmaya gayret etmiştim.) Sanatkâr tarafına gelince… Şimdi genellikle ve sadece şair olarak tanınmakla beraber onun tiyatro, hikâye ve roman yazarlığı da hatırlanmalıdır. Özellikle tiyatroları da şiirleri kadar güçlü ve ustalıklıdır. Ama bir süredir değişen ve biraz da hafifleşen tiyatro anlayışımız Necip Fazıl’ın tiyatrolarını da arka plâna atmıştır. Halbuki başta Bir Adam Yaratmak olmak üzere Tohum, Sabır Taşı, Künye, Para, Parmaksız Salih ve Reis Bey her bakımdan ustaca kaleme alınmış önemli eserlerdir. (…) Necip Fazıl, elliden fazla hikâyesiyle, başarılı bir hikâyeci de olmakla beraber son yıllarında yazdığı iki romanı için aynı değer yargısında bulunmak mümkün değil…
Bir tarafıyla dinî ve siyasî, diğer tarafıyla sanatkâr yönüyle karizmatik şahsiyetinde tereddüt olmayan Necip Fazıl’ın kitlelere tesiri, özellikle sağlığında, daha çok hitabetindeki ustalığından kaynaklanmaktaydı. (…) Ama öldükten sonra, artık onun şahsiyetini bilmeyen, hatırlamayan yeni nesiller üzerinde bu tesirin hâlâ devam etmekte oluşunda şüphesiz sanatkârlığının rolü büyüktür. (…)
İlk şiirini 1923’te yayınlayan Necip Fazıl hayatının son günlerine kadar, demek ki altmış yıl şiir yazmaya devam etmiştir. Ancak şiirinin estetik açıdan asıl büyük hamleleri 1928-1948 yılları arasındadır. (…)
Necip Fazıl, bildiğimiz ilk denemelerinden itibaren kendisine yeni bir şiir dili bulmaya çalışmıştır. Bu şiir dilinin özelliği, dildeki sözlük repertuarını psikolojik ve metafizik muhtevaya intikal ettirmektir. Bunun adı ‘tecrit‘tir (soyutlama).
Yayınlanan ilk şiirleri arasında bir on yedi yaş meyvesi olan ‘Akşam‘, bu mistik hazırlanışın da ilk ürünü olur
Güneş çekildi demin / Doğdu bir renk akşamı / Bu bütün günlerimin / İçime denk akşamı
Akşamı duya duya / Sular yattı uykuya / Kızıllık çöktü suya / Sandım bir cenk akşamı
İlk adı ‘Ayrılık Vakti‘ olan ve Çile kitabına ‘Vedâ‘ olarak giren yine bir on sekiz yaş şiirinin bir kıtası:
Yürü, gölgen seni uğurlamakta Küçülüp küçülüp kaybol uzakta Yolu tam dönerken arkana bak da Köşede bir lahza kalıver gitsin
Kaldırımların ilk kıtası şu iki mısra ile başlıyor: Bir esmer kadındır ki kaldırımlarda gece Dalgın bir hayal gibi eteğini sürükler
Necip Fazıl’da asıl orijinal olan, yaptığı soyutlamalardır. Bunu da yakaladığı tecrit diliyle elde etmektedir:
Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de Kucaklamak isterim onu göğsüme alıp Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp
No Comments