Nurettin Topçu’nun (1909-1975) “İradenin Dâvası Devlet ve Demokrasi” kitabından alıntılar (2)
” Devlet fikri mesuliyet fikrinden ayrılmaz. Devlette mesuliyet ise hâkim olanın idare edilen zümreye verdiği söz demektir. Verilen sözü yapabilmek için devlette bir iktidar mertebelenmesi meydana getirilir. Buna hükümet denir. Hükümet bir idare nizamıdır, âdeta devletin aklıdır. Devlet bir irade ise, hükümet onun düzenleyici aklı gibidir. (…) Demokrasinin bulunduğu yerlerde milletvekilleri ve bakanlar az maaşlı, mütevazı ve çok mesuliyetli şahıslar olmalıdır. (Milletvekilliğini kastederek) Onun ancak ahlâkî şöhreti olabilir. O makam şöhret makamı değil, mesuliyet makamıdır. (…) Milletvekilleri millet kuvvetinden ve onun iradesinden korkmalıdırlar.
Demokrasi, hâkimiyetin bütün millete yayılması ve devlet iradesinin milletin her ferdi tarafından kullanılması demektir. Demokraside bütün fertler mesuliyet kazanmıştır. Bu idare şeklinde hükümet otoritesiyle millet kuvveti arasında tam bir denkleşme meydana gelmelidir. (…) Hükümet milleti hiçe sayar ve millete verdiği söze sadık kalmazsa, millet için bir belâ haline gelebilir. (…) Eğer hükümet millet dizginlerini tutamayacak kadar zayıf ve otoriteden mahrum kalırsa, halk içinde her zümrenin menfaati sahasındaki hareketlerine karşı gelinmez. Mesuliyet mezara gömülür. Her fert istediği şekilde harekete başlar. (…) En fecisi ve en tehlikeli olanı bu sonuncu halin, yani hükümet zaafının, çekilmez bir hükümet istibdadının arkasından gelmesidir. (…) Şehirlerde büyük sermaye sahipleri, köylerde ağalar halkın başında en müthiş belâ kesilirler. (…) Milletin mukadderatı birkaç yüz veya birkaç bin zelilin oyuncağı olur. (…) Şakinin tecavüzünden, tüccarın tahakkümünden, âmirin zulmünden ve gençliğin şuursuzluğundan hayat çekilmez bir çile haline gelir. (…) Millet bünyesi, zümrelerin bu menfaat kasırgaları arasında ahlâkını kaybetmekle saadetini de kaybeder. (…) Hükümet kendi varlığını bu ortamda koruyabilmek için (…) millet işleriyle alâkasını kesmiş, kendi ölüm dirim mücadelesiyle meşguldür. (…)
Demokraside hakimiyet bu derecede hükümsüz kalınca, onun varlığı millet için faydalı olmak şöyle dursun, zararlı hale gelir. (…) O zaman hâkimiyete yeniden hayat vermek üzere millet için de bir çare kalır. O da millet hayatının bütün mesuliyetlerini omuzlarına yüklenen kahraman bir neslin yeni bir hâkimiyete başlangıç olmasıdır. (…) için, millet gençliği arasında bir vicdan ve mesuliyet seferberliği yapılmalı ve bütün asil vasıtalarla hükümet denen çürümüş enkaza karşı cihad açılmalıdır. Böyle bir vaziyette, bir memleketin her türlü gençlik teşekkülü, her vicdan hareketi bu rezil otoriteyi ortadan kaldırmaya çalışmalıdır. (…) Devlet hakimiyetini eline alacak olan bu nevi teşekküller demokrasi ile işe başlarlarsa erkenden muvaffakiyetsizliğe uğrarlar; demokrasi hiçbir otorite birliğinde başlangıç değildir; o daima ulaşılmak istenen gaye olmalıdır. (…) Mesuliyet duygularını tamamen kaybetmiş olan baştaki iktidardan ümidlerini kesen millet, sahtekâr münevverinden canavardan korkar gibi yılmış usanmış olan halk, inandığı insanların etrafında halkalanarak, mesuliyetlerini aşk dercesinde benimsemiş, kendinde irade ve ihtiras haline getirmiş olan genç ve fedâkâr bir zümreyi kuvvetlendirmelidir. (…) Devlet ve mesuliyet kapısı, onu istemesini bilenlere ardına kadar açıktır. (…) Bu ruhla hazırlanan bir nesil, devletinin dünya yüzünde azametini tekrar kuracağından şüphe etmesin. (…)” ( İlk olarak bu yazı Hareket dergisinde, Ocak 1949’da çıkmış, adı verilen kitabın Mart 2019 tarihli 9. Baskısında (s.59-63) okudum. )
No Comments