Okunmaya değer bulduğum iki yazıdan alıntılar…
“Neredeyse bütün yazı domatese benzeyen domates aramakla geçirdim desem yeri… Maalesef artık tadıyla, kokusuyla gerçekten domates olan domates bulabilmek çok kolay değil. Bu bir çok ürün için böyle…
Artık tarımı pazar yönetiyor. Raf ömrünü uzatmak için meyvenin, sebzenin tadından, lezzetinden kolayca vazgeçilebiliyor. Buna nasıl cesaret edilebiliyor? Tüketiciler, yani bizler, bunun olmaması için herhangi bir bilinç ve direnç ortaya koyamadığımız, tadı tuzu olmayan domatese kolayca rıza gösterdiğimiz için neredeyse sentetik domates üretimi için bir düzen kurulabiliyor. (…)
Lafa domatesle girdik ama mesele domatesten çok daha büyük… Hayata, hayatlarımıza sahip çıkıp çıkmamakla, ağız tadıyla, can serinliğiyle yaşayıp yaşamamakla ilgili bir şeyler söylemeye çalışıyorum aslında. Tadımızı kaçıran şeylere karşı neden bu kadar kayıtsız kaldığımıza dair sorular sormaya gayret ediyorum. (…)
İnsan olmaya dair nesilden nesile aktardığımız gayet tutarlı, esaslı, olgun bir ortak tarifimiz vardı bu topraklarda bizim. (…) Bir yerden sonra yapamadığımız şey budur; kaideyi kaybettik. İnsanın mutluluğunun her şeyin hep daha fazlasını elde etmesiyle mümkün olduğuna inanmaya başladığımız gün çözülmeye de başladık. Domatesin de, hayatın da tadını kaçıran aynı şeydi hep: Hırs! Tevekkülü, rızayı kemirip parçalayan şey… (…) Bütün bu fabrikalar, üretimhaneler, arzı arttırmak için oluşturulan stratejiler de yoksulları refaha kavuşturabilmek için değil… Bunu sanayileşmenin bir fetiş haline geldiği günlerden beri nice acı tecrübeyle yaşıyor, müşahede ediyoruz. Pazar, kapitali büyütmek için… Yani sermayeyi, sermaye sahiplerini… Hem yerel ölçekte hem de küresel ölçekte… (…) Görebilenler için fotoğraf açık ve net; tüketici dediğimiz kişi, artık sırtında kırbaç şaklamayan modern bir köle… (…) Tüketim bu çağın en büyük bağımlılığı… Hepimizi az ya da çok eline geçirmiş durumda bu bağımlılık… O kadar ki, bir şeyi neden aldığımıza dair en ufak bir fikrimiz yokken dahi o şeyi satın alıyoruz. (…)
(…) Keşke mesele domatesten ibaret olsaydı; insan domates yemeden de yaşayabilir çünkü. Ama bazı şeyler var ki insan onlar olmadan insan gibi yaşayamaz. Şuursuzca yaşayanın yaşadığı söylenebilir mi? (…)
Bu devirde bize talim ettirdikleri saçmalıkların nihai hedefi de belki bu: İnsan olmadan yaşamak!” (Gökhan Özcan)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/domatesin-tadi-tuzu-2047086
“Göğün altında, sonbaharda düşen bir kuş tüyünden büyük bir şey yoktur. Oysa tüyün düştüğü Tai Dağı küçüktür. Bebekken ölen bir çocuktan daha uzun yaşayan yok.
Oysa Peng Tsu genç ölmüştür. Ben, evren ile birlikte var oldum. Bu noktada benimle her şey bir. Her şey bir ise konuşmak yersiz. Öte yandan ben, ‘bir’ diyebiliyorsam konuşma nasıl olmayabilir? Konuşma varsa biz hem bir’e hem de konuşmaya sahibiz. İki, bir daha üç. Bu noktadan başlayarak en iyi matematikçiler bile son uca ulaşamaz. Hele sıradan insanlar, onlar hiçten ulaşamaz. Dolayısıyla hiçten bir şeyle ilerleyebiliyorsan, sonunda da oraya varıyorsan bundan çıkan sonuç şudur: Bir şeyden başlamış olsaydın bir yere varman daha bile kolay olurdu. İlerleyemediğin için burada dur.” diyor ve Chuang-Tzu orada duruyor. (Çin Denemeleri, çev: W.Eberhard – N.Hızır, MEB Y.).
Bu metin beni Hallac-ı Mansur’a götürdü. (…) Hallac, aradığını kendi içinde, kendi kalbinde bulmuştu. Orası Allah’ın eviydi. Orada aşkın hem öznesi hem nesnesi bir arada bulunuyordu.
Hadis-i kutside belirtilen gerçeklik, gündelik hayatımızın içinde bire bir yaşanıyor: “Kim Allah’tan başka bir şeye taparsa Allah onu, ona musallat eder.” Nasıl musallat eder? Sen her neyi kendine tanrı yapmış isen, dolayısıyla o şeyin kulusun, anlamı vardır. Biz bunu kabul etmiyoruz! Biz, “Ene’l-Hak” diyen bilgenin cümlesini anlamaya talip oluyoruz. Umudun orada çiçeklendiğini düşünüyoruz.
Chuang-Tzu’ya kulak verilmesini öneriyorum. Hiçten başlayıp gene hiçe ulaştığına inanabiliyorsan; bir şeyden başlayarak bir yere varılabileceğine inanmak daha kolaydır. Yokluktan gelip yokluğa gidiliyor da, varlıktan kalkıp varlığa ulaşmak niye mümkün olmasın?
(…)” (Rasim Özdenören)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/kus-tuyunun-agirligi-2047083
No Comments