Okuduğum bazı gazete yazılarından …

 

* “Kalkınmacı muhafazakârlık” ve “devletçi modernleşmecilik” değişik dönemlerde “iktidar” olmuşlar; ama “demokrasi” ve “çoğulculuk” söylemini büyük çapta “muhalefet“te iken kullanmışlardır. Bunun temel nedeni, her iki ideolojinin de “demokrasi“nin ikinci, hattâ üçüncü planda kaldığı “mega söylemler“e sahip olmasıdır. (M.Şükrü Hanioğlu, Bir muhalefet söylemi olarak “demokrasi”, Sabah, 30.04.2017)

* Tek parti iktidarı sona erince ve oy için de olsa siyaset halka yönelince, halkı hatırlayınca, dinin taleplerini asla unutmamış olan halk bunları barış içinde ve demokrasiden istifade ederek adım adım hayata geçirmenin yollarını aramıştır. İşte bunlar da İslamcılardır.
(Hayrettin Karaman, Siyasi partiler ve İslamcılık, Yeni Şafak, 30.04.2017)

* Ege’de sufilerin İslam’ına muhabbet ve hürmetin ne kadar büyük olduğunu bir kere daha gördük. Okuyucu kitlesinin nasıl aşırı ideolojik ve politik din dilinden illallah dediklerini, artık manevi, felsefi konularda konuşmak istediklerini defaatle dile getirdiler. Ben de onlara metafiziği ve maneviyatı bilenler yeryüzünü de, idare sanatı dediğimiz siyaseti de iyi bilirler ama tersi doğru değil, yani salt teknik malumata sahip olanların BİLGİ’ye sahip oldukları görülmemiştir dedim. Zaten günümüz Müslümanlarının da en mühim sorunu bence bu materyalizmdir. (Mahmud Erol Kılıç, Ege Sufileri, Yeni Şafak, 30.04.2017)

* 67 yıldır kaybettiği her seçimden sonra, ya seçim günü olanları bahane edip seçim sürecini suçlamışlardı, ya da halkı, kendilerine oy vermeyenleri. İşin ilginç yanı, kaybettikleri her seçim sonrasında kendilerinin bir şekilde kazanmış olduklarını ilan ettiler. Bu ise bir daha kazanamamalarının ön koşuluydu, aslında. (Ali Saydam, Bir deli bir kuyuya bir taş atarmış… , Yeni Şafak, 29.04.2014)

* Derinleşme, yaklaşma nasip olsun hepimize. İmdi, kainata sığmayan kamilin gönlüne nasıl sığıyormuş diye düşünmeden ve kemalât mertebesinde bir şahsiyetten değil bir külli mânâdan bahsedildiğini tefekkür etmeden mensuplar cemaat lideri diye bir kişinin şahsına uluhiyet atfedebiliyor.
Böylesi bir atıf ile gönlü boşa çıkararak gönülde tecelli etmesi gereken Zat sırrını yok saymakla hiç yol alınamadığını gördük. Tevhid hakikatini yaşıyormuş gibi dayanışma usulüyle mensuplarını sağa sola devletin kurumlarına yerleştirmekle topluca irşad olunamayacağını çok acı tecrübelerle anladık. (Leyla İpekçi, ‘Sen sana yâr olmaya bak!’, Yeni Şafak, 29.04.2017)

* Referandum kampanyası boyunca ilginç bir ironi yaşadık. Türkiye’nin gerçekleştirmek istediği metamorfoz, gerçekte AB’nin onu kendi bünyesine almak için öngördüğü hukukî şartları da içeriyordu. Başka bir söyleyişle, işbu referandumla Anayasa’da yapılacak değişiklikler bu ülkede demokrasinin önünü açmaya matuf bir aşama, hatta bir evre olacaktı. Ama AB olsun ABD olsun, daha gerçekçi bir söyleyişle oranın derin güçleri olsun, Türkiye’nin bu evreye geçmesini istemedi. Türkiye’nin, Tayyip Erdoğan’ın ağzından işittiği Davos söylemini bir türlü unutmak ve bağışlamak istemiyordu. (Rasim Özdenören, Geçmişin bugünü ipoteklemesine izin verilmemeli, Yeni Şafak, 30.04.2017)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked