“Olgu Tespitinden Varlık Temaşasına Tarihin Katmanlı Yapısı”
ÖMER TÜRKER‘in 2 aylık düşünce dergisi Teklif‘te (Sayı 13-Ocak 2024) çıkan, başlığı bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“İnsan tefekkürünün (düşünme dünyasının) en ilginç konularından biri herhâlde tarihtir. Zira tarih adını verdiğimiz şeyin iki temel hususiyeti vardır. Birincisi, tarihin varlık tarzıdır. Buna göre hiç durmadan akan zamanda meydana gelen bir hâdisenin bütünlüğü aslâ dış dünyada var olmayacağından, tarih, varlığı sâbit olmayan bitişik nicelikler (kemiyetler) gibidir. Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz. Zihnimiz, varlıkta eş zamanlı olarak bulunmayan, birbirini ardışık olarak takip eden, geçici ve müstakil mevcudiyetler gibi görünen anları yahut kesitleri birleştirir; bütünlüğe sahip olay, hâdise ve süreçlere dönüştürür. Sonra da bu durum, bütünlüğü olayların yekpare tahakkukuna çevirir.”
“İkincisi ise tarihin tam olarak neyin tarihi olduğudur. Tarih deyince aklımıza doğrudan insan fertleri ya da topluluklarının geçmiş zamanda yaşadığı olaylar gelir. Bu olayları inceleyen bilim dalına tarih ilmî denirken; bu ilim kapsamında ele alınan eserlere de tarih eserleri denmektedir. Bazen bunların tamamına tarih adı verilir. (…) Fakat nesnesi her ne olursa olsun “bir şeyin tarihi” ifadesiyle tam olarak neyin kastedildiği cevaplanması epeyce güç ve ciddî bir sorudur. İlk bakışta bu soru sağduyuya aykırı ve yersiz görünür. Zira söz gelişi bir toplumun tarihini incelediğimizde zaman ve mekân belirleyerek meydana gelen olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde tespit etmeyi amaçlarız. Bu açıdan bakıldığında eğer incelediğimiz konu mesela Türk toplumunun istiklâl tarihi ise pekâlâ ilgili zaman kesitinde yaşayan insanların belirli zaman ve mekânda meydana getirdikleri, söz konusu olay kapsamına giren yahut onunla ilişkili olan fiillerini sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde anlamaya çalışırız. Aslına bakılırsa bir tarihçi ulaşabildiği verilerin ve tahlil gücünün elverdiği ölçüde tam olarak bunu yapmağa çalışır. Evet, tarihçiler fiilen tarihçiliğin nasıl yapılabileceği yahut yapılması gerektiğiyle ilgili oldukça farklı bakış açıları geliştirmişlerdir lâkin tüm farklı bakış açıları; olayı, olguyu yahut süreci nasıl okuyacağımız sorusuna verilen muhtelif cevaplar olmakla birbirinden ayrışırlar. Tarihçinin yaptığı işin unsurları, asıl itibarıyla belirli bir fert yahut toplum, belirli bir zaman ve mekân aralığı, sebep-sonuç ilişkilerinin çözümlenmesi gibi ana çerçeve bakımından birbirinden ayrışmaz.”
“(…) İnsan, iradesiyle yaptığı fiillerde hakikaten özgür müdür? Bu soruya da sağduyuya dayalı olarak olumlu cevap verilebilir. Çünkü irademizle gerçekleştirdiğimiz eylemlerin bize ait olduğuna dair apaçık bir şuurumuz vardır. Nitekim bu apaçık şuura dayanarak insanlar arasındaki ilişkilerin ahlâkî ve hukûkî kuralları vaz (konur) ve tatbik edilir. Biz muhtaç durumda bulunana yardım etmenin iyi olduğunu söylediğimizde yardım etme ve etmeme arasında ahlâkî tercihte bulunabileceğimizi ve bunun bizim irademizle gerçekleşen bir eylem olduğunu kabul ederiz. Yahut iki kişi arasındaki evlilik sözleşmesini onayladığımızda onların evlenme iradesini tanırız. Bir hırsızlık vakasında hırsızı cezalandırdığımızda onun iradesiyle bu fiili yaptığını, dolayısıyla sorumlu olduğunu kabul ederiz.”
“Zamanın da zamanda olanın da bütünlüğünü kuran bizim idrâkimizdir. Dolayısıyla tarih, dış dünyada bir nesne olarak bulunmaz.”
“İnsana veya diğer nesnelere nispet ettiğimiz fiiller, aslında yakın fâillerin, sâiklerin ve şartların belirlenmesi ve bir olay, olgu veya süreci betimlemek bakımından isabetli olabilse de hakikatte ne tambir fail tespiti yapmış oluruz ne de tam bir olgu ve süreç tasviri yapmış oluruz.”
“Tarih, sadece insanın ve çevre şartlarının etkili olduğu bir süreç değildir; buna ilaveten hem herhangi bir mevcudun hem de özel olarak insanın var olmak için ihtiyaç duyduğu şeylerin tamamıdır. İhtiyaç duyulan bu unsurlar, katmanlı bir şekilde sürece dahil olur. Öyleyse tarihi anlamak, aynı zamanda metafizik bir çabadır.”
“Kuşkusuz metafizik, varlığa bir şekilde temas eden tüm araştırma ve tefekkür alanlarıyla ilgilidir; varlığın kendisine ve kendisi olmak bakımından hallerine dair tefekkürümüz her şeyle ilgilidir. Bu ilgi tarih söz konusu olduğunda iki şekilde tamamlayıcı işlev görür. Birincisi, olayların akışı ve ilişkilerine dair yalın tahlilin ihtiva ettiği eksikliğin, fiilen insanlık tarihi söz konusu olduğunda insanın bu dünyadaki yeri ve anlamına dair metafizik idrâkle anlam bütünlüğüne kavuşmasıdır. (…) İkincisi ve daha önemlisi ise tarihsel tasvir ve tahlillerin, insanın âlemdeki yerini ve var oluşun anlamını ifade eden metafizik idrâkle tamamlanmasıdır. (…) Dahası, ancak bu anlama sahip zihin, onun o akışta bulunduğuna, insanî bir edim olan akışa anlam, yön ve gâye verdiğine hükmedebilir. Bu sebeple metafizik, bir yönüyle tarih üstüdür. Zira insanı ve eylemlerini tam da bunları aşan bir ilkeye bağlamayı gerektirir. Diğer yönüyle tarihe içkindir, zira insan ve eylemleri derinlemesine kavrandığında o ilkenin muhtelif fiilleri olarak görünür. Metafizikçi düşünürler, bağlı bulundukları geleneklerin yaklaşımları doğrultusunda o ilkeye muhtelif isimler vermişlerdir. Söz konusu ilke bir mütekellim (kelamcı) için “ilâhî irade”, filozof için “zorunlu varlık”, sûfî için “Mutlak Varlık”tır.”
No Comments